Londra’daki olimpiyatlara bilet almak için daha Alaz’a 3 aylık hamileyken başvurmuştum. Önce kayıt yaptırdık, sponsor olan visaya ait kartımızın bilgilerini girdik. Aylar sonra haydi biletler satışa çıktı diye e-posta geldi, gidip bilet rezervasyonu yaptık. Yani ‘şuna, şuna bilet istiyorum‘ dedik internet sitesini kullanıp. Onlar da birkaç ay sonra ‘istediğiniz oyunlara bilet bulduk buyrun alın‘ veya ‘kusura bakmayın şansınıza bilet çıkmadı, geçmiş olsun‘ dediler.
Ben tabii ki o zamanlar Alaz’ı pek düşünmediğimden yani karnımda birkaç santimlik bir bebek olduğundan 13 aylık halini düşünememiştim, açılış – kapanış törenleri dahil birkaç favori oyuna başvuru yapmışım. Tabii ki bize hiç bir bilet çıkmadı o zaman. Favorileri seçersem olacağı buydu.
Ardından arada bir e-posta geldi biletlerle ilgili; ama ben o zamanlar Alaz’ın kusmuğu, emmesi, uykusu ile uğraşan saçı başı karışmış, uykusuzluktan değil televizyonu, bilgisayarı bile sadece anneme dert yanmak için açan bir kadındım. Sonra zaman geçti ve bir baktık olimpiyatlar başladı, başlıyor. Etrafımızda herkes ‘Bilet aldın mı? Hangi oyuna gidiyorsun? Olimpiyat stadı bir harika dostum!‘ diyor. Alaz’ın ve yurtdışı gezmenin derdine düşmüş biz burnumuzun dibindeki Londra Olimpiyatları’ndan bihaberiz nerdeyse.
Danny Boyle’un hazırladığı Kraliçe’nin de katıldığı muhteşem açılış törenini evdeki televizyondan izledik ve orası şurası aslında diye içimiz gitti gidemediğimize. Ardından Alaz’ın babası düştü bilet peşine. İnternet sitesi bir yavaş, bilet yok, hergün birkaç bilet satışa çıkıyor; ama hemen tükeniyor falan filan. Sonunda bir gün trende giderken cep telefonundan bakayım diyor bilet var mı diye. İşte o an Greenwich’teki statta atların engel atlamasına bilet buluyoruz. ‘Alalım mı?‘ soruyor, ‘E alalım, istiyorsan‘ diyorum. ‘Alıyorum o zaman‘ diyor, ‘Saat kaçta? Alaz ne olacak?‘ diyorum. Saati ve günü Alaz’a da uyunca geriye havanın yağışlı olmaması için dua etmek kalıyor.
Hiç okumadan, anlamadan, neler olacağını bile bilmeden gidiyoruz ve final oyunlarına denk geliyoruz. Hava da bir güneşli bir bulutlu; ama yağmur yok şansımıza. Hatta altın madalya için oyun uzuyor. Bir de üstelik altın madalyayı Birleşik Krallık alınca ortalık iyice bayram yerine dönüyor.
Alaz ilk zamanlar atlara ve etraftakilere merakla bakıyor. Güvenlik kontrolden geçerken yanımdaki hazır sütü açtırıp tadına baktırttıklarından, sütünü biberona döküp teklif ediyorum su yerine. Gökyüzünü bulutlar kaplayınca ceket giyiyor, güneş çıktığı an sıcaklayıp soyunuyoruz ailecek. İkinci saate doğru kucakta sıkılmaya başlıyor, atıştırması için meyve, haşlanmış sebze veriyorum. Sütü içtiğinden bunları yemeyip oynuyor ve öndekilerin üzerlerine atıyor. Birkaç kez özür dilemek durumunda kalıyoruz. Babasının yanındaki gençlerden yüz bulamayınca, benim kucağıma geliyor. Ailesiyle izlemeye gelmiş yanımdaki delikanlıyı dürtüyor, elini tutmaya çalışıyor. Neredeyse kucağına çıkacak güleryüz buldu ya, zor tutuyorum.
Ara verilince babası kucaklayıp gezdiriyor. Atların engelden atlayacağı an en heyecanlı yerlerde yanımdaki delikanlıya sesleniyor kendisine baksın diye. Neyse ki çok sevecendi de Alaz’ın ilgisine karşılık verdi. İkinci saat sonunda hem yorulmuş hem sıkılmış olduğundan bir ara arkadaki çocuklara laf yetiştiriyor sonra da meme diye ortalığı inletmeye başlıyor, önce biberonla falan oyalıyorum sonunda iş çığrından çıkmadan veriyorum istediğini. Ortalık sessiz, özellikle de atların ve seyislerin dikkati dağılmasın diye çıt çıkmıyor. İstediğini alıp birkaç dakika içinde uyuyor emerken (Hiç alışkın değildir ama?!) Tam da finaller başlıyor o anda; alkışlar, bağırışlar, ıslıklar, tezahüratlar hatta altın madalya sahibi belli olunca Meksika dalgası yapıyor tüm stadyum. Tabii bir ben oturuyorum kucağımda uyuyan Alaz’la.
Enteresandır, normalde ufacık bir gürültüde uyanan çocuk bazen yanında top atılsa duymayabiliyor. Tören bittiğinde de Alaz uyuyor hala. Yanımızdaki delikanlı ve ailesi ayrılırken Alaz’ın çok uslu ve sevimli olduğunu belirtip iyi günler diliyor. Böylece ilk ve şimdilik son olimpiyat maceramız sona eriyor. Belli mi olur belki Rio’ya gideriz 2016’da?
* Arka sıralarda Alaz’dan az biraz küçük bebek sürekli olmasa da en az bir saat boyunca bas bas bağırıp ağladı. İçim gitti ağlamasına. Alaz’ın babasıyla birbirimize bakıp şanslıyız dediğimiz anlardandı. Çoluk çocuk doluydu stadyum. Annesinin kucağında uyuyan okul çağındakiler favorimdi bir ara Alaz mızırdanırken!
** Onca kalabalığa rağmen hem istasyondan stada gelişte, hem güvenlik kontrolde, hem yerimizi bulmada hem çıkışta çocukla olmamıza rağmen bir sorun yaşamadık. Tuvaletler çok sayıda olduğundan sıra bile yoktu. Bebek bezi değiştirme üniteleri vardı. Bebek arabası garajı yapmışlardı stadın yakınında, oraya bıraktık yerimize geçerken. Adım başı gönüllü görevliler vardı. Yeme-içme üniteleri çoktu. Su fiyatı 1.5 GBP idi yani dışarda bir kafedeki kadar. Bilet kontrolü öncesinde dev ekranların kurulu olduğu piknik alanları vardı, önceden gidip vakit geçirilebilirdi. 2020’de Türkiye’nin ev sahipliği adaylığı için bilginize sunulur.