Geze geze vardık Providence* şehrine ve limana karşı otelimize, Wyndham Garden’a. Vardığımızda Alaz uyuduğundan babası ve babaannesi odalara giriş yaparken ben Alaz’ın uyanmasını bekledim arabada. Amcası ve müstakbel yengesiyle buluşup bir İtalyan restoranına gittik. Yemekten umduğunu bulamayan Alaz’a süt hazırladım. Tüm gün araba yolculuğu ve üzerine de dışarda akşam yemeği eklenince Alaz iyice huysuzlanmıştı. Neyse ki amcası ipad’ini çıkarıp yere, yerde emekleyen Alaz’ın önüne koydu. İpad’lere çocuk düşkünlüğü tamamıyla bambaşka bir yazı konusu olabilir. Öyle ki yeni nesili zor ve uzun yolculuklarda bir tek ipad oyalayabilir artık…
Ertesi sabah kahvaltıyı otelde yaptık. Çok neşeli ve konuşkan bir bayan servis yaptı bize. Alaz’a muz ve oyuncak hediye etti. Diğer çocuklara da… Düğün için gelenlerin bir çoğuyla aynı otelde kalıyorduk ve kahvaltı esnasında, kuaförde ve sokakta birçok tanıdık Türk ile karşılaşmak enteresan geldi taa kilometrelerce ötede bir Amerikan şehrinde. Düğün hazırlıkları esnasında Alaz’ı odada uyutmak ve uyandırmak epey zaman aldı ki neredeyse merasime geç kalıyorduk. Tabii bunda Colt State Park trafiğinin ve bize göre yetersiz tabelandırmanın da etkisi var dermişim mazeret olmasa da! Araba koltuğunda terleyen Alaz’ı kısmen giydirmiştik. Parka vardığımızda henüz uyuyakalmıştı. Kalabalıktan ziyade törene yetişelim diye paldır küldür kucakladığımdan hemen uyandı. Bir yandan Alaz’ı giydiriyorduk bir yandan da babası yüzükleri teslim alıyordu tören esnasında vermek için. (Alaz’ın amcasının planı yüzükleri Alaz’a taşıtmaktı; ama Alaz o sırada henüz yürüyemediğinden bu plan yattı ve yüzükleri gelin ve damada vermek babasına kaldı) Alaz’ın 3.5 yaşındaki kuzeni Ada, çiçek kız olmuş, elindeki buketiyle geline ve gelinin babasına yol açıyordu gülümseyerek. Tören esnasında Alaz sessizdi birkaç heyecanlı çığlık ve kahkaha haricinde.
Ertesi gün gelen misafirler kahvaltı için buluştuk ve ardından genci, yaşlısı ve çocuğu hep birlikte Roger Williams hayvanat bahçesine gittik. Hava sıcak, grup kalabalık, çoğumuz uykusuzdu. Yine de herkes birarada iyi vakit geçirdi. Alaz’ın Zürih’ten sonra ikinci hayvanat bahçesi gezisiydi. Geçen defaya göre de oldukça meraklı ve ilgiliydi. Hatta dört saat boyunca hiç bir uyku belirtisi göstermedi, hiç huysuzlanmadı. Tüm grup akşam yemeğinde ödüllü biraları olan Trinity Brewhouse’da buluştuk. Ben Alaz’ı yedirdikten sonra Ada’yı gezdirdim dışarıda. Hatta bir ara bale yaptık sokakta birlikte. O sırada Alaz da kucaktan kucağa geziyordu ve keyifliydi. Taa ki uykusu gelip de beni isteyene dek.
Ertesi sabah otelde bizbize ettik kahvaltımızı, Alaz’a meyve getirdi garson teyze gene. Alaz’ı otelin karşısındaki parka götürdük. Hava çok sıcaktı ve salıncaklar güneş altındaydı. ‘Ne yapsam ne yapsam bir hamak alıp sallansam…’ diyen Mazhar Alanson şarkısı eşliğinde hamakta sallanıp otele döndük. Alaz’ın uykusundan sonra da Horse Neck plajına gittik. Park yerinin doluluğunu görünce sahilin ne kadar kalabalık olabileceğini tahmin ettik. Oturmaya yer yoktu nerdeyse. Bizim Türkiye plajlarından oldukça farklıydı; uzun ve geniş bir plaj, ufak bir büfe, birçok tuvalet/duş ve şemsiye ile şezlong bulunmadığından para toplayanların da olmadığı. Elbette gelebilen düğün ekibi de oradaydı. Dev dalgalar denizde yüzmekten ziyade dalgalarda zıplamayı gerektiriyordu. Hatta sörf tahtası gerektirmeyen bir spor olan bodysurfing yapanlar vardı. Okyanus suyu soğuk olurun aksine mevsimden ötürü olsa gerek su oldukça ılıktı. Alaz’ı dalgalardan uzak tutmak da zordu. Suya yaklaştığımız an kendini atmaya çabalıyordu kucağımızdan. Kumlarda oturup uzun uzun oynadı kendi başına. Tabii gözümüz üstündeyken. Elbette uyku saatini aşmış olmamız ve uyumayı reddetmesi bir süre sonra önce onun sonra bizim huzurumuzu bozacaktı; ama etraf eğlence doluyken kim uyumak isterdi ki? Sonunda emzirdim, kucağıma alıp ninni söyledim; bir ara gözlerini yumuyor birkaç saniyeliğine ardından canlanıp uyumayı reddediyor benimle kavga ediyordu. Yorgunluk, rüzgar ve o değişik ortam sonunda sürekli ağlayıp bağırıp çağırmaya başladı. Babası aldı bir süre sakinleştirmek için; ama gene de durmadan ağlıyordu benden ayrıldı diye bu kez. Zor oldu; ama sonunda uyutmayı becerdik.
Akşamında hamburgeriyle ünlü ufak bir kafede buluştuk yemek için. Alaz bebek mamalarını, kafenin çorbasını reddedip kendisine uzatılan patetes kızartmasından yedi malesef. Ne kadar kötü bir anneyim diye düşünmedim değil; ama sonra bir kereden zarar gelmez diyen eşimin laflarıyla o anı maziye gömmeye karar verdim… Artık gündüzleri de gecelerine karışan Alaz gecede birkaç defa uyanmaya başlamıştı son gece. Neyse ki ertesi günü Londra’ya dönüyorduk ve uyusun diye gece emzirmem alışkanlığa dönüşmez diye umuyordum. Düğüne gelen misafirlerin tümü ayrılıyordu o gece. Kimi New York City’de devam edecekti gezisine kimi Boston’da, kimi de yakınlardaki milli parklarda çadır kuracaklardı. Biz de uçağımız Logan Havaalanın’dan kalkacağı için ertesi sabah Boston’a gideceklerdendik.
* Rhode Island Eyaleti’nin başkenti sayılırmış Providence. Altın ve gümüş madenciliği ve işlemesiyle sanayisini geliştirmiş Roger Williams tarafından kurulan şehir. Şehirde gezilecek birçok park, müze ve tarihi bina var başta downtown denilen bölgede. Tarihi binaları ayrıntılı gezmek isteyenler buradan faydalanabilir.
** Providence öncesinde gerçekleştirdiğimiz New York gezimiz de bu linkte.
İlk resmin sahibi: Meren… http://meren.org/blog/