Bu yazımı, tam 3 sene önce yazmışım Londra’dan… Henüz bitirmedim diye yayınlamamışım; ama şimdi farklı düşünüyorum. Bitmese de, Londra’dan taşınmadan önceki son yazım, Ağustos 2014’ten, aşağıda…
—
Evi, arabayı sattık ve bir haftadır Londra merkezde, Pimlico’da – Victoria’ya 5 dakika yürüme mesafesinde – airbnb.co.uk aracılığıyla bulduğum 1+1 evde yaşıyoruz. Her zaman olduğu gibi başta herşey çok güzeldi.
İlk gün sabahtan pusete, indi-bindilere gerek kalmadan South Kensington’a gittik Alaz’la V&A Müzesi’ne. Yazısı bu linkte. Öğle yemeği ardından da evimize kolayca geri döndük. Böylece evde, yatakta bir öğle uykusu uyuyabildi. Akşamında babayla buluşup Southbank’e gittik evlilik yıldönümümüz şerefine. Tabii bizden çok Alaz eğlendi desem yeri. Onun da yazısı burada. Eve dönüş geç de olsa kolay oldu Londra merkezde yaşayınca pardon kalınca…
İkinci gün doktor randevumuz vardı. Eski evimizin muhitine varmadan önce Alaz’a hamileyken katıldığım doğum kursundan iki arkadaşla buluştuk. Elbette doktor sebebiyle Alaz’ı arkadaşlarından, oyundan ve oyuncaklardan ayırmak zor oldu; ama dondurma alırım sana diye rüşvet teklif edince itirazını kesti. Yanımıza gene puset almadım; ama bu kez sıcaktan ve biraz uzun yürüme mesafesinden ötürü Alaz oldukça yoruldu. Birkaç defa önümü kesip kucak istedi. Ben kendimi zor taşıyordum açıkçası, neyse iyi dayandı. Akşamında bir arkadaşım geldi, evde vakit geçirdik.
Üçüncü gün, Cuma, Alaz’ı Sloane Square’de bulunan Cadogan Hall’de bir tiyatro oyununa götürdüm. Eski evin muhitinden gelmeye kalksam en az bir saat sürecek yolu, Alaz’ı pusete atarak yürüdüm. ‘What the ladybird heard’ isimli kitaptan uyarlanan aynı isimli çiftlikte geçen oyun, Alaz’ın bir saat pür dikkat verip izlediği ve çok beğendiği; ama İngilizce’den ötürü bazı yerleri anlamayıp bana sormak durumunda kaldığı güzel bir aktivite oldu. Hikayeyi merak edenler için birisi burada anlatmış.
Dışarı çıktığımızda hafif bir yağmur başlamıştı. Sloane Square’de bulunan John Lewis mağazasına girdik. Atıştırma ardından oyuncak katını gezdik. ‘Posh posh’ insanlar gördük. Alaz oyuncak istedi, önceki gün kamyonda giden oyuncaklarına üzüldüğünden tren setinin bir parçasını aldım. Ona buna, bize yeni eve birşeyler bakayım derken, bir baktım çocuk uyumuş pusette. Ben de fırsat bu fırsat diyerek mağazanın tamamı olmasa da bazı köşelerini gezebildim rahatça. İki saate yakın uyudu, benim belim ve ayaklarımda hal kalmayınca kasaya yöneldiğim vakit uyandı. Eve dönüşte yürüyecek halim kalmamıştı, otobüse atladım. Alaz’a da ‘Eve gidip ayaklarımızı uzatıp televizyon izleyelim‘ dedim. Şimdi ne zaman yorulsa bu cümleyi söylüyor. O akşam da Pimlico sokaklarında takıldık Alaz’ın akşam uyku saatine dek.
Uyku saati demişken, son aylardaki Türkiye ve İsviçre seyahatlerimiz, taşınma, Londra’da havanın kararması gece 11’i bulunca Alaz’ın uyku düzeni tepeteklak oldu desem yeri. O nedenle arada zorlanmıyor değiliz…
Dördüncü gün, hafta sonuydu. Planımızda Cumartesi günü National History Museum’daki dinazorları Alaz’a da göstermek, sonrasında da Hyde Park’a geçmek vardı. Pazar da Barbican’da Digital Revolution sergisine gidecek ardından da Brick Lane ve Old Spitalfields Market’i gezecektik, gezdik de. O günleri de ayrıca anlatmak isterdim resimlerle; ama Pazar günü Southbank’te çantam ve içinde resimleri çektiğim telefonum çalınınca resimler de gitti…
En çok da ona üzülüyorum; anıları tekrar düşünmek için zamanımızın yetmediği dünyada, en azından resimlere bakarken birşeyler hatırlıyor insan, bir de yazılarla…
Neyse, ondan sonraki günlerimiz de dolu dolu; ama…
Ağustos 2014