Öncelikle şu yerlere pet şişe, çekirdek çöpü, izmarit, bira kapağı atma huyumuzdan vazgeçememişiz hala. Onu farkettim. Medeni bir ülkede yaşayınca, insanların neden çöplerini yerlere bıraktığını anlamak mümkün değil.
Örneğin sabah kahvaltı ardından, kaldığımız sitenin kapısından denize doğru yürüyecektik. Kaldırım üzerinde bir torba dolusu kadar kırılmış badem kabukları vardı. Üzerinden atlarken Alaz ‘Anne neden çöpleri yerde bırakmışlar?’ diye sordu. Yaşı 6. Akıl yaşta mı başta mı olayı değil de ne? Bademleri kırabildiğine göre o çöpleri orada bırakanın 6 yaşından büyük olduğu kesin…
Sonra Alaz, yerlerdeki çöplerden etkilenerek bu tatilde büyüyünce çöpçü olmaya karar verdi. Ben de ‘Tabii ki ne yapmak istersen, o olabilirsin’ dedim.
Ören denizinin muhteşem bir plajı var. Kum… Çocuklar için müthiş. Denizi de sığ başlıyor, hafif derinleşiyor sonra gene bel – diz boyu oluyor. Alaz bayıldı tabii bu duruma. O aradaki derin yeri yüzerek geçmek istiyor, beceriyor da. Gel gelelim, gerek rüzgardan gerek başka sebeplerden güzelim deniz ve plaj öğleden sonraları çöpten geçilmiyor. Bilinçlendirme yapmak şart bu konuda.
Bodrum’da havaalanı önünde, sevgili kocamın araba kiralama işlemlerini bitirmesini bekliyoruz. Bizim çocuklar da yerlere serilmeye bayılırlar. Gene yere oturup birer kağıt alıp sere serpe resim yapmaya başladılar. Gelen-geçen bakıyor tabii. Sonra bir amca geldi. Eğildi. Önce yeri elledi, sonra Beliz’in bacaklarını elledi. ‘Soğuk, buz gibi olmuş’ dedi bana. Gitti. Görevini yerine getirdi. Ben de gülümsedim…
Bizim Beliz özgür ruhlu olduğundan, İsviçre’nin güvenli ve temiz olması sebebiyle özgür ruhuyla doya doya yaşamaya alışkınlığından ötürü burada onu kısıtlamamız gerekiyordu bazen. Yine de diğer Türk yaşıtlarına göre oldukça serbest. Örneğin, biz kıyıda otururken kendi başına denizde yüzebiliyor – kollukları ile ve gözümüz üzerinde iken- ya da parkta kendi başına, başında yetişkin olmadan inip çıkıp kayabiliyor, tahterevallide tutmamı istemiyor, hatta kendi başına salıncağa binebiliyor. Bu da diğer ebeveynlere ve büyük annelere/babalara dert oluyor. Onu kucaklayıp bindiriyorlar, sallıyorlar, terliklerini giydiriyorlar falan. İlgiden dolayı çok teşekkürler; ama yurt dışında kimse başkasının çocuğunu kucaklamaz. Bu da Beliz’in kafasını karıştırıyor. Örneğin, havaalanında güvenlik kontrolden geçerken önce onu yolladım. ‘Gel bu tarafa’ diye seslenen görevliye koşup sarıldı falan. Bakkaldan garsona, komşudan parktaki bir ebeveyne kendisine azıcık ilgi gösteren herkese hayat hikayemizi ayrıntıları ile anlatabiliyor.
Ören’de çocuk dostu bir kafeye girdik. Balıkesir Üniversitesi öğrencileri tarafından işletiliyor. Ufak bir de oyun parkı yapmışlar küçük çocuklar için. Park yakınındaki masalardan birine oturmak istiyoruz; ama mümkün değil. Birinde orta yaş üzeri kadınlar oturmuşlar ki hiç birinin çocuğu yok, diğerinde tek başına bir adam oturuyor elinde cep telefonu. Bir başkasında gençlerden bir grup. ‘Yahu ne diye küçük çocuğu olmayan insanlar çocuk parkı dibindeki masalara otururlar?’ diye geçirdim içimden. Şahsen ben onlardan biri olsaydım, en uzaktaki masayı seçerdim.
Bodrum Ortakent’i bilenler vardır aranızda belki. Tüm sahil, pansiyonlar veya restoranlar tarafından parsellenmiş durumda. Şezlonglar dizi dizi hatta sıkış tepiş. Yanınızda konuşulanı ister istemez duyuyorsunuz falan. Neyse… Biz tabii evde kaldığımızdan ve çocuklar hala öğle uykusuna yattıklarından sabah erken gidiyorduk ve öğle sıcağı bastırmadan eve geri dönüyorduk. Akşamüzeri ise tekrar gidiyorduk. Genelde.
Yine bir sabah, sahildeki pansiyon işletmelerden birine oturduk. Tam kendimize kahve, çocuklara ayran söyledik; çalışanı ‘Kişi başı en az 30TL harcamanız gerek’ dedi. Bu rakam farklı yerlerde 50-60’ı buluyor. Biz de, ‘Şurada 2 saat bile kalmayacağız, nasıl o kadar harcayalım?’ dedik safça. Tabii mırın kırın ettiler. Sonuçta 1,5 saat oturup bir Türk kahvesine 10TL ödedik. Çok da bozulduk tabii. Cık cık cık… Bir daha da oraya gitmedik. Bitez Dondurmacısı sahiline gittik. Sergen diye şeker mi şeker bir genç var. Oturur oturmaz sık boğaz etmedi. Hatta gelip hatırımızı soruyordu öncelikle. Sonra ‘Bence siz sade kahve içersiniz’ diye tatlı sözle giriyordu söze. Biz Sergen’i tuttuk, sayesinde bir hafta boyunca her gün Bitez Dondurmacısı sahilinde oturduk; o da bize her gün en ön sırada yer tuttu.
Bizim her yaz yaptığımız 5 aile, 7 çocuklu tatilimiz de – biraz eksikle de olsa – Bodrum Ortakent’te gerçekleşti. Biz Sergen’i öyle beğendik ki, arkadaşlar başka bir otelde kalsalar da o sahilden denize girmeyip Bitez Dondurmacısı önüne geldiler her gün. Böyle eğitimli, müşteri ilişkileri bilen ve müşterilere saygı gösteren çalışan çok az var piyasada. Bodrum Rixos bile beni hayal kırıklığına uğratmıştı; ama bu sene 4Reasons Yalıkavak ve Sergen sayesinde *umut var* diyorum.
Bodrum, deprem ve artçıları yüzünden olsa gerek çok kalabalık gelmedi bana. Hatta sanki Ören ve sahili daha kalabalık gibi. Artçıların şiddeti 5’i buluyordu; ama depremle yaşamaya alıştık. Burada bahsettiğim birkaç önemli noktaya dikkat ediyorduk ve deprem geçince kaldığımız yerden işimize, uykumuza, yemeğimize devam ediyorduk. Bizi çok etkilemedi şahsen. Çocuklar da sürekli hareket halinde olduklarından hiç farketmediler.
Çocuklar kalabalığa iyi alıştılar, her gün dondurma yemeye de. Sokak kedilerine ve köpeklerine aşırı ilgi gösterdiler ve onları kısıtlamak zorunda kaldığım için üzüldüm. Sevmek, okşamak istediler; ama hayvancıklara güvenemedim. Bizim yaramazlara da! Dedelerin bahçesinden domates, biber; tavukların kümesinden yumurta, ağaçlardan dut, şeftali, armut topladılar. Mısır ve ay çekirdeği bitkileriyle tanıştılar.
İskeleden atladılar, Ören’in araç girmeyen caddelerinde koşturdular ya da dans ettiler. Faytonları izlediler. Anne-baba yanlarında olmadan bir gece geçirdiler. Farklı yiyeceklerin tadına baktılar, bazısını beğendiler; deniz börülcesi gibi…
Sabah erkenden kalkıp, gece epey geç yattılar. Beliz her gün öğlen uyurken, Alaz bazen ona eşlik etti ya da kendi kendine oyun oynadı sessizce.
Özetle, farklı deneyimlerle doldurmaya çalıştığım, doya doya eğlenecekleri bir tatil geçirmeleri için çaba harcadım. Yoruldum, evet. Kitaplarımı bitiremedim; ama bence değdi.
NOT: Tüm fotoğraflar bana aittir. İzinsiz paylaşmayalım lütfen…