İstanbul annelerine saygılarımı sunuyorum. Aslında anneleri de çocuğu da geçtim, insan olarak nasıl bir yerden bir yere gidebiliyorsunuz bu şehirde?
Londra sonrasında Zürih’te yaşamanın dezavantajı olsa gerek, aynı kaldırımda 5’ten fazla insan yürüyorsa bana kalabalık gelmeye başlıyor. Zaten kaldırım da kaldırım değil ya, neyse… Hele bazı ışıklarda beklerken bakıyorum en az 100 kişiyiz!
Biz İstanbul’a tatile geldiğimizde Minibüs Caddesi ve Bağdat Caddesi arasında kalıyoruz. İnanın yürüyerek her iki caddeye de varmak, arabayla varmaktan çok daha kolay. O yüzden araba garajda bekliyor; ancak gece 10’dan sonra ya da dağ başında bir yere gitmek için kullanılıyor.
Yürümek çözüm; ama Alaz yaşındakiyle. Pusetle yürümek imkansız olmasa da ‘Survivor’ kesinlikle. Kaldırımlar yaya için hariç diğer her şey için kullanılıyor. Arada boşluk kalmışsa da oraların ya taşları yerinden çıkmış, ya ortasında ağaç var.
Misal, dün akşamüzeri Tepe Nautilus’a gidip alışveriş yapalım istedik. Üç farklı taksi durağında taksi yok. O abidik gubidik kaldırımlarda puset ile ana caddeye çıkmayı başardık. Birkaç deneme ardından taksi de bulduk. Acıbadem’e yaklaştığımızda taksi şoförünün bile ‘Oha’ dediği durumla karşılaştık; karşı şeritten gitmesi gereken minibüs, ters şeritten üzerimize doğru geliyor. Çünkü karşı şeritte trafik var, çünkü ışıklar var. Üstelik minibüs tıklım tıklım yolcu dolu, ayakta yolcu var ve ters şeritten gidiyor. Şimdi o yolcular ağzını açmayıp ‘Evime 5 dakika önce gideyim’ mi diyor, yoksa biri çıkıp da şoföre ‘Kardeşim sen ne yapıyorsun kendi şeridinden gitsene hayatımızı tehlikeye atmasana’ mı diyor. Ne diyorsunuz sevgili İstanbullular?
AVM’den çıkışımız ayrı bir alemdi. Hem bodrum katındaki hem cadde üzerindeki taksi kuyruğunda 10-15 kişi vardı. Gelen taksi yok; çünkü trafik rezalet. Düğüm. Otobüsler, minibüsler ilerlemiyorlar. ‘Olmaz böyle beklemekle haydi yürüyelim’ dedik. Kadıköy metrobüs durağına dek yürüdük. Tabii bir ara puset kaldırımda yerinden çıkmış taşlara takıldığından Beliz havaya uçuyordu ki, çok şükür kemeri bağlıydı. Mutlaka puset kemerlerini bağlayın…
Velhasıl yanında küçük çocuk yoksa yürümek en mantıklı ulaşım şekli İstanbul’da. Karşıya geçmek için de vapur. Tabii vapura dek ulaşabilirseniz 🙂
Şaka bir yana, Pazar günü de Beşiktaş’a geçtim vapurla. Taa 10 senedir görmediğim eski ev/yurt arkadaşlarımla buluşmaya. Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden yolun karşısına geçecektim, üst geçidi kaldırmışlar. Kırmızı ışıkta yaya olarak bekliyordum. Araba uzakta diye kırmızıda durması gerekirken kendini yola atıp karşıya geçen yayaları gördükçe ağzım açık kaldı. Hani ‘insanlar boşuna ölmüyor’ diye kızdım içimden. Sonra yayalara yeşil yandı, tam adımımı attım son süratla gelen araç bastı geçti önümüzden. Arkasından ‘Kırmızı yanıyor, kör müsün!’ diye bağırmayı ihmal etmedim; ama tabii ona ne?
Geçen gün de sokak arasından sirenlerini çalarak gelen ambulansın üzerine giden araçlar gördüm. Bela okuyan bir insan değilim; ama ambulans şoförünün çaresiz bakışlarından içeride kim bilir ne durumda bir hasta vardı? Neden yahu? Bir ambulansın gidecek yeri olmadığı halde neden, nasıl kafada bir insan üzerine inatla gider. Bir değil, iki değil tam üç araç kenara çekilip o sokağı boş bırakacaklarına ardı ardına sirenlerin üzerine gittiler.
Sevgili kocam, ‘Resmen Hindistan olmuş burası’ dedi. Halbuki o hataları yapan insanlar bir Avrupa ülkesine gitseler herkesle birlikte ışık yanmasını bekleyecekler, ambulansa yol verecekler, kendi şeridinden gidecekler. Aksi takdirde orada o an bir flaş çakacak ve maaşına endeksli, yüreğine cuk diye oturan trafik cezası postasına gelecek.
Neredesiniz sevgili trafik polisleri? İstanbul için her zaman ‘en büyük köy’ denirdi; ama bu köyün çivisi çıkmış. Eminim sadece doğru yerde doğru zamanda kesilen trafik cezaları ile ülkenin tüm dış borçları kapanabilir. Bana öyle geldi…
Ne yazacaktım, konu nereye geldi… Kısacası evden çıkasım bile gelmiyor hiç. Oysa ne planlarım vardı, oraya buraya gidecek, yeni açılan yerleri görecektim. Alaz’ı eski okuluma, semtime, boğaza götürecektim. Perşembe günleri İstanbul Modern ücretsizmiş örneğin. Bakalım cesaretimi toplayıp, sabrımı yanıma alıp, sinirlerimi aldırıp, Kadıköy vapur iskelesine ulaşabilecek miyiz?
Bu arada sizi tebrik ediyorum; İstanbul’da yaşamayı başardığınıza göre dünyanın her yerinde yaşayabilirsiniz.
Not: Bu gelişimde 3. köprüden de geçtim. Mimari olarak oldukça hoş; ama git git yol bitmiyor bir türlü. Tabii bizden başka bir tek kamyonlar vardı; sanıyorum yüksek geçiş ücretinden ötürü.
2 Yorum Var
Iste sirf bu nedenlerden oturu ulkemi ve ailemi cok ozlesem de Istanbul'a donmeyi dusunmuyorum, dusunemiyorum. Yazinizi okurken bile ensemde bi sicaklik hissettim, eski gunlerim aklima geldi. Nasil dayanmisiz? Nasil gidip gelmisiz o kesmekesin icinde her gun ise? Bir daha geri donersek yapamam gibi geliyor!
Çok zor geliyor bana da. İnsan rahata kolay alışıyor; ama aynı zamanda yaşadığı çevreye de hemen uyum sağlayabiliyor. Dönsek bile yaparız…