Sabah bahçede bademli kruvasanlı kahvaltının ardından, Alaz’ın limon ağacını sevmesi, meyve tabaklarından çilekleri seçmesi ve Marco ile muhabbetini yazmıyorum bile, Marco’nun tarifiyle F.te Nove iskelesine gidip 2 günlük – sanırım 24 saatlik diye geçiyordu- bilet satın aldık. Alaz için ücret ödemedik. İlk durağımız Murano Adası oldu.

Cam işlemeleriyle ünlü ada, sabah saatleri olmasından belki de oldukça sakindi. Mini deniz motoru ağzına dek dolu olmasına rağmen bu ada büyük olduğundan, kendi grande canal-ı bile var, kalabalık değildi.

Alaz genelde pusetten inmeyi reddetti. Üst resimdeki camdan mavi yıldız yağmuru şeklindeki heykel Campo Santo Stefano meydanında, en çok ziyaret edilen noktalardan biri. Yakınında St. Stephen Kilisesi ve 19. yüzyıldan kalma saat kulesi görünüyor. Biz köprüye doğru ilerlerken, kanalın karşısında kalmışlardı.

Murano Köprüsü’nden geçerken ufak bir mola verdik. Bir yanda Gotik pencereli 12. yüzyıl eseri Mula Sarayı, diğer yanda Museo del Vetro, cam işleme müzesi olduğundan etrafımızdaki güzellikleri izledik.

Museo del Vetro, şansımıza ne yazık ki tadilattaydı. Bu nedenle bazı bölümleri de gezmeye uygun değildi. Umduğumu bulamadım açıkçası. Girişi ücretli. Ortasındaki ufak parkta Alaz’a gün içinde gerekli olacak enerji için meyve yedirdik.

Her yer cam, maske veya dantel satan dükkanlarla dolu. Bazı Çin işi yapımlar da araya karıştığından mutlaka sertifikasını sorun satın alırken. Murano Glass, yazmalı bir yerinde. Sonrasında vapura binip Burano Adası’na geçtik.

Vapur beklediğimiz noktada, müze durağı, uzun bir sıra vardı önümüzde. Herkesin elinde de iskele yanındaki kafede alınmış parça pizzalar. Biz de öğle yemeği için erken demeden, bir yandan vapuru beklerken Alaz’a da pizza aldık. Resimden görüldüğü üzere, yorgun oğlumuz pusetinde pizza kemiriyor.

Burano Adası, Murano’ya göre daha şirin. Rengarenk, birbirinden alımlı ve güzel evleriyle çok daha güzeldi. Önceden de öyle duyduğumuzdan burayı ikinci durağımız yaptık. Daha çok zaman geçirmemiz gerekirse diye…

Özenle boyanmış evler
Cunda, Ayvalık gibi dar sokaklar

Burano aslında dantelleriyle ünlü. Küçük dükkanlarda tabandan tavana çok çeşit dantel görebilirsiniz. Hatta dantel müzesi var; ama biz girmedik. Alaz uyuduğundan sakin sakin sokak aralarında gezinip bol bol fotoğraf çekmeyi tercih ettik. Dantel satın almak isterseniz ucuzlarından kaçının; çünkü onlar da Çin malı olabilir.

Sadece bir avuç dolusu yaşlı kadın kalmış adada dantel işleyen. Adada yaşayan insanları izlemek çok keyifliydi. Küçük bir ada olduğundan çabucak dolaştık ve hatta sık sık banklara oturup oradaki günlük hayatı izledik. Nisan ayı olduğundan her dükkan, kafe ve restoran açık değildi. Sakindi; ama sezonda kalabalık olacağına eminim. Parça pizzalarla karnımızı doyurduğumuzdan ufak bir pastane bulduk nefis tatlı çörekleri olan. Alaz uyanınca çok sevindi bu işe…

San Marco

Adalar ufak olduğundan henüz geç olmadan Venedik’e geri döndük. Bu kez başka, hiç bulunmadığımız bir noktasına: Piazza San Marco‘ya. San Marco Katedrali ve kulesi, meydanın en önemli görülmesi gereken yeri. Bizim başka bir amacımız daha vardı bu meydanda…

Cafe Florian

Tesadüfen Dünya’da kahvenin yayılımı ile ilgili bir belgesel izlemiştik İtalya seyahatinden birkaç hafta önce. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletlerinden kahveyi nasıl sakladığını; ama bir savaş sonrasında geri çekilirken bazı kahve çekirdeği içeren torbaları yakamadıklarını bu sayede Avrupa’nın ve İtalyanlar’ın kahveyle tanışmasını öğrenmiştik. San Marco meydanındaki Cafe Florian da İtalya’da ilk kahvehane. 1720’de kurulmuş. Cafe Florian‘ın eski hali korunuyor binanın bir kısmında, içeriye girmek yasak çünkü. Yeni haliyse, eskisine benzer şekilde lüks ve şatafatlı. Hem kapalı alanda, aynalı, oymalı, kakmalı mimarisi, masaları, koltuk ve sandalyelerinde, hem de açıkhavada oturabiliyorsunuz. Kahve pahalı, üstelik müzik için de ekstra ücret alıyorlar; ama bunu otururken belirtiyorlar zaten. O nedenle kendinizi kazıklanmış hissetmiyorsunuz 🙂

Canlı klasik müzik
Eski hali aslına uygun korunmakta

Eğer kahve düşkünüyseniz, mutlaka gidilecek yerlerden biri. Biz içeride oturmayı tercih ettik. Tam karşısındaki Grancaffe Quadri de birkaç yüzyıldır Cafe Florian’a rakip olarak meydanın diğer kısmında bulunuyor. Cafe Florian’da kahve içmeye gücü yetmeyen halk kesimi için açılmış; ama gördük ki artık aralarında pek fiyat farkı kalmamış. Onun önünde de canlı klasik müzik dinletisi vardı.

Sıcak çikolata ve sütlü kahve bardaklarımız
Kahve ile kendi gönlümüzün ardından meydanda Alaz’ın da gönlünü yaptık. Biraz güvercinleri besledi, biraz kovaladı. Uzun bir zaman oyalandık meydanda. Civarda yemek yiyecek güzel; ama aynı zamanda turistik olmayan yer aradık. Bulamadık. Vapura binip önceki gece bizi otel sahibi Marco’nun yönlendirdiği sokağa gittik tekrar. İyi ki de gitmişiz…
Alaz ve güvercinler
Asıl yemek istediğimiz restoran henüz açılmamıştı. Biz de yanındaki Trattoria All’Antica Mola‘yı kalabalık görünce herkesin içtiği birer turuncu prosecco (İtalyan gazlı şarap) içelim diye oturduk. Turistten çok İtalyan görünce, ortamı beğenince, yemek için yer olmadığını söylemelerine üzülünce; ama masamızı başkalarıyla paylaşınca yemek için de burada kalmaya karar verdik. Akşamları saat 10’dan sonra canlı müzik bile vardı. Deniz ürünleri harikaydı. Çocuklar için çok uygun bir yer olmasa da, başka çocuklu aileler vardı ve Alaz’a da yiyecek birşeyler bulduk. Özellikle içki yanında seçtiğimiz hamurişi mezelerle karnını doyurdu. Biz yemeğimizi yerken de telefonlarımızda oyun oynadı. Odaya vardığımızda pestili çıkmıştı – hepimizin…
Yazar

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.