Covent Garden, Londra’ya gelip de görün denilen yerlerin başında geliyor. Her daim kalabalık, her daim turistlerle dolu bir mekan.

16. yüzyıla dek tarıma elverişli bir alan olduğundan ekilmiş ve biçilmiş. Politikacı 4th Earl, 1500’lü yılların sonunda İtalyan mimarları görevlendirip, ‘Bu tarım alanına zenginler için konut yapın‘ demiş. Şık ve gösterişli evler yapılmış ardından. Güney kısmında açıkhava sebze ve meyve marketleri kurulmaya başlamış.

Sokak sanatçıları Covent Garden’ın bir parçası

Popüler olunca birçok tiyatro, kahvehane, taverna ve genelev açılmış yakınlarında. Zamanla zengin ev sahipleri burayı terketmiş ve 18. yüzyılda Red Light bölgesi olmuş Covent Garden. Bir süre sonra Parlemento olaya el koymuş, market ve binalar düzenlenmiş. Apple Market de eklenince 1980’lerde bugünkü halini almış.

Envai çeşit çay bulunan güzel, küçük dükkanlar

Covent Garden’da kimi sokak sanatçılarını izlemekten hoşlanır, kimi açıkhavada birşeyler yemek içmekten. Bense etrafındaki küçük dükkanları gezmeyi severim en çok. Bir de çay almayı. Tea House, Tea Palace, Whittard en güzelleri.

Market içinde, alt katta canlı müzik yapan bir grup var. Geçerken onları dinlemenizi öneririm. Yine alt katında bir oyuncakçı bulunuyor, değişik oyuncaklar almak isterseniz.

Bir köşesinde Royal Opera House, diğerinde Alaz’la sık gittiğimiz London Transport Museum var. Civardaki tiyatrolar ve spor mağazaları da uğradığımız yerlerden. Yeni ürün çıkacağı zaman bir gece öncesinde önünde çadır kurulup beklenen Apple Store da burada.

Stanfords, harita ve seyahat kitaplarıyla ünlü bir kitapçı
Covent Garden metro istasyonuna doğru giderseniz; Gap, H&M, Marks&Spencer gibi markaların mağazalarını da bulursunuz. Yemek için Belgo’yu öneririm; şarap sosunda midye haşlayan bir Belçika restoranı. Biraları tatmaya, bira bardakları görmeye değer. Çocuklara bazı günler yemek ücretsiz.

Kitapçıda sızan Alaz

Çocuklarla gezmek için ideal mekanlardan biri Covent Garden. Özellikle de pusette uyuyan varsa, haritalarıyla ünlü seyahat kitapçısı Stanfords’un kafesinde mola verebilirsiniz. Bizim yaptığımız gibi… Böylece Alaz yanımda; ama uyurken bir saat kadar özgürce kitap karıştırabildim. Kahve de artısı!

Covent Garden ardından Soho‘ya yürüdük. Soho genelde gece hayatıyla, barları ve pub-ları ile ünlü bir mekan. Bir de eşcinselleriyle… Bazı pubların müşterileri sadece eşcinsellerden oluşuyor.

Renkleri iç beni diyor sanki…

Soho’da Ronnie Scott’s isimli güzel bir caz klübü var Alaz’dan önce arada bir gittiğimiz. Bir de Bubbleology diye bir çay merkezi açılmış. Tayvan’da 1980’lerde keşfedilen bu çayı denemek amaçlı gittik. Meyveli ve sütlü çay çeşitleri yanında, çayın içine koydukları tapioca denilen yuvarlak garip şeyler var. Duyduğuma göre Kadıköy’de de varmış. Ben tadını sevmedim ne yalan söyleyeyim…

Bubbleology’nin mutfağı

Alaz da renklerine rağmen pek bayılmadı tadına. Çocuklarla oturmak için ufak bir kafesi var. Genelde eline alıp sokak gezerken içmeyi tercih ediyor insanlar. Oradan sonra yönümüzü China Town‘a çevirdik.

China Town

Çin yemeği seviyorsanız gitmeniz gereken ilk adres. Ben bayılıyorum. Sorun şu, eşimin abisi bizi 20 sene önce keşfettiği bir lokantaya götürdü 2006’da. O zamandan beri de sık sık gittik; ama adını bir türlü ezberleyemedik, yerini de. Uzakdoğulular gibi hepsi birbirine benziyor desem ayıp olur mu? Kapısına gidince ancak neresi olduğunu anlıyoruz. Mısırlı çorbaları ve tatlı-ekşi tavukları harika. Alaz o gün pek yemedi; ama 5 yaşındaki kuzeni Ada bayıldı yemeklere. Hala annesine söylermiş ördek yemeye Londra’ya gidelim diye…

Londra
Hungerford Bridge, Westminister ve London Eye

Yemeğin ardından bizi yürüyüş paklar dedik ve Trafalgar Square’den Southbank’e geçmeye karar verdik. Tabii öncesinde red carpet olaylarıyla ünlü Leicester Square‘e takıldık. Sinemaları, tiyatroları ve tiyatro bileti satış büfeleriyle ünlü bir mekan bu alan. Trafalgar Square aslanlarını gördükten sonra güzel bir manzara da bizi bekliyordu köprü üzerinde.

Alaz trene bakarken…

Henüz Southbank‘e varmadan çocuklar atlıkarıncayı gözlerine kestirdiler. Londra çocuklar için cennet demiş miydim?

Bu resim de benim favorim…
Günün favori anı: Kitapçıda vakit geçirmeyi seven, kitap kurdu çocuklarımız olması ne güzel birşey… Elbette kitapevinin de çocuklara kitap karıştırma özgürlüğünü tanıması da takdire şayan bir durum. Londra’daki kitapçılarda en sevdiğim, istediğin kitabı alıp, kitapevinin bir köşesinde bulunan koltuklarda veya kafeteryada okuyabilmen. Zürih’te kitap satan bir mağaza bize ‘Lütfen çocuklarınız kitapları ellemesin, istiyorlarsa şu sepetteki kitaplara bakabilirler‘ demişti. Cık cık cık…
Yazar

2 Yorum Var

  1. Deniz çok güzel aktarmışsın. Bir an derinden özlediğimi hissettim. Uzun yıllardır yeşil pasaporttan bile vize istedikleri için kızıp gitmiyordum. Şimdi içim bir hoş oldu. Gitsem mi acaba?

    • Bu da Birlişik Krallık'ın ayıbı. Malesef ailelerimiz bile yeşil pasaportlu olduğu halde vize derdi çektiler yıllarca. Üstelik önce 6 ay sonra 2 yıl ardından 5 yıl vize veriyorlar ne yazık ki…

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.