Yılbaşı için geldiğimiz İstanbul’da Rahmi Koç Müzesi‘ne gitmeye çok kararlıydım. Hem de gelir gelmez! Pazartesi günü kapalı olduğunu öğrenince, gitmemiz Perşembe gününü buldu; ama geç oldu güç olmadı. Ayrıntılar için yazı sonundaki notları okuyabilirsiniz.
Anadolu Yakası’ndan karşıya geçmek için toplu taşımayı kullanacaktık; ama son anda dedesi de aramıza katılınca arabayla gidelim dedik. Gerçi köprüyü geçmedik, Harem’den arabalı vapura bindik. Arabalı vapur ve martı besleme maceramız ayrı bir yazı konusu, uzatmadan hemen geçiyorum.
Sirkeci’den Haliç kıyısındaki Hasköy’e varmamız biraz dolambaçlı oldu. Müzeye vardığımızda Alaz arabada uyuyakalmıştı. Aklıma gelen başıma geldi, müzeye sorduk, ücretsiz, sadece kimlik karşılığında bir bebek arabası temin ettiler. Alaz’ı yatırdık ve onun sıkılacağı kısımları gezmeye başladık. Açıkçası Alaz’ın sıkılacağı pek bölüm de yoktu. Arada bir babası uyansın diye dürtüyordu; ama bizimkinin keyfi yerindeydi mışıl mışıl bir saatten fazla uyudu.
Girişin hemen yanındaki su altı ve ne nasıl çalışır bölümlerine girdik öncelikle. Dede ve baba araba motorlarına yönelirken, babaanne ve ben çamaşır makinesi, fırın nasıl çalışır diye gözlemliyorduk. O sırada o bölümde bizden başka kimseler olmadığından rahat rahat geziniyorduk. En çok bulaşık makinesi nasıl çalışır diye merak ediyordum; bu yaşımda onu da öğrendim.
Üst kattaki renkli matematik dünyası denilen ve görmemiz önerilen bölüm kapalıydı ne yazık. Su altı bölümündeyse denizden çıkarılmış çöp sergisi görmeye ve düşünmeye değer bulduklarım.
Az sonra kalabalık bir liseli grubu geldi ve yüksek sesle bağırıp çağırmaya başladılar birbirlerine. Hiç hoş değildi; ama bu yetişkin insanlara müze gezmeyi ben mi öğretecektim? Tüm düğmelere basıp izlemeden gittiler.
Erdoğan Gönül galerisi bir davet için kapatılmıştı ne yazık ki. Biz de Aydın Çubukçu galerisine doğru ilerledik. O sırada bir grup ilkokul öğrencisi elele yanımızdan geçtiler bir aşağı bir yukarı. Çok sevimlilerdi ve az önceki ablalar-abiler gibi bağırmıyorlardı.
Minyatür eserlerine bakarken ağzım bir karış açık kaldı. Annelik sabır gerektiyor elbet; ama o minik minik eşyaları küçücük detaylarına kadar ince ince uğraşıp yapmak kim bilir nasıl bir sabır gerektiyor?
Galeride eski spor arabalar ve model trenler birbirinden güzeldi. Kimisi üzerinde düğmeler var nasıl işlediğini görebiliyorsunuz. Kimisine el sürmeye kıyamazsınız, zaten yasak. Selçuk ve Efes’i gösteren, trenlerle işlenmiş maketi seyrettim uzun uzun. Her bir noktasını karış karış gezdiğim Meryem Ana ve Efes’i görmeyeli epey olmuştu. (Ailem 10 sene Kuşadası’nda yaşamıştı) Raylı ulaşım bölümünü es geçip Alaz uyanınca görelim dedik.
İlk katta yeralan denizcilik bölümüne ilerledik. Basamakların yanı sıra rampalar da mevcut olduğundan bebek arabasıyla her bölüme girebiliyorduk kolaylıkla.
Denizcilik bölümünde sergilenen teknelerin yanı sıra sandal tamiri yapan dükkan, bir balıkçı barınağı gibi canlandırmalar da bulunuyordu. Tabii en enterasanı bana göre, yukarıda asılı duran hem araba hem tekne olabilen taşıttı.
Daha sonra dışarıya çıktık. Denizcilik bölümü burada da devam ediyordu haliyle. Yıllardır adını duyduğum Kısmet ve Uzaklar’ı görme fırsatım oldu. 5 yıla yakın süren yolculukları esnasında Yeni Zelanda’da doğum yapan ve iki kişilik yolculuklarını üç kişi olarak tamamlayan Atasoy çiftinin dünya turu yapan en küçük Türk teknesi Uzaklar.
Şifa Eczanesi ve Haliç Oyuncakçısı gibi şirin dükkanlar hazırlanmıştı. Bebek arabasında uyuyan Alaz’ı babasına bırakıp Tekel 15 isimli Karadeniz’de üretilmiş Türk takasını yakından görmek için merdivenleri tırmandım. Üzeri bayraklarla süslenmişti. Keşke Alaz uyanık olsaydı diye aklımdan geçirmedim değil.
Ardından ben Alaz’ın bebek arabasını itip şeker renkli dizi dizi otomobillere bakmaya gittim. Belki de Alaz’ın uyuması iyi olmuştu yoksa her araba önünde dakikalarca durmamız, her birinin kapısını açmaya çalışmasını engellememiz gerekecekti.
Otomobiller Dr Bülent Bulgurlu galerisinde de bulunuyordu. Fakat orada başka bir şey daha çok ilgimi çekti: Araser zeytinyağı fabrikası. Zeytin işleme ve zeytin yağı haline gelme prosesini anlatan hareketli çarklar bulunuyordu. Ayvalık’taki bir fabrikanın gerçek parçaları kullanılarak tasarlanmış bu sergi. Fotoğrafı kötü çıktı ortam hayli karanlık olduğundan, buraya koymadım.
Buhar makineleri ve dizel motorların kokusu başımızı döndürdü ve hızla bakınıp dışarıya çıktık. Fakat öncesinde İzmir itfaiye aracı önünce Alaz’ın ağzı bir karış açık uyuduğunu belgeledim. Büyük ihtimalle bu müzeye tekrar gelecektik, Alaz’ın uyumadığı bir zaman…
Açıkhavada uçaklar bölümüne ilerlerken Alaz kıpırdanmaya başladı. Karşımızdaki devasa askeri uçağı görünce ‘Aa biz müzeye gelmiştik, aşağı inicem‘ diye konuşmaya başladı. Biraz terlemiş olduğundan sırtına, göğsüne kağıt havlu yerleştirip -tipik Türk annesi-, güneşin altında bir o uçağa bir bu uçağa doğru koşturmasını izledik. Nasıl da mutlu olmuştu. Sonra itfaiye araçlarını ve traktörleri keşfetti.
Açık teşhir alanındaki bütün uçakları, kanadını, kuyruğunu elledikten sonra bir merdivenle çıkılan yolcu uçağında aldık soluğu ana-oğul. Eski, tozlu; ama kokpit açısından görülmeye değer çocuklar için.
Tabii Hasköy-Sütlüce demiryolu istasyonunda trenlere de baktık. Ben raylar üzerine ayak basınca Alaz’dan azar bile işittim! Çocuk işte kuralsa kural, her yerde geçerli. Oradan kitaplarda gördüğümüz ve anlatmaya çalıştığım denizaltını gösterdim. Alaz’ın yaşı tutmadığı için biz de gezemedik denizaltını. Ne kadar anladı bilmiyorum; ama şimdi kitap okurken ‘Hani görmüştük ya!‘ diyoruz.
Bahçede yeralan Turgut Alp Vinci ve Elmalı Barajı pompası, biz 4 mühendis için oldukça ilgi çekici parçalardı. Ta ki Alaz atlıkarınca bulunan çocuk parkına doğru koşturana dek. O bölüm sadece haftasonları açıkmış. Oyuncaklara binemedi; ama açıkçası onlarca uçak ve tren arasında oyuncaklar pek de ilgisini çekmedi.
Girişin önünde dizilmiş ilkokul öğrencileri arasından geçip tekrar içeriye girdik. Başladığımız noktaya. İhtiyacımız kalmadığından bebek arabasını teslim ettik. Sonra raylı ulaşım bölümüne daldık.
Moda tramvayından atlı tramvaya, saltanat vagonundan La Littorina Mototren’e bindik, indik. Bir de gelin ve damat vardı, fotoğraf çektiren. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi bir müzede düğün fotoğrafı çektirmek. Onları tebrik edip Alaz’ın peşinden koşturduk bir vagondan diğerine. Kimisinde eski Türkçe şarkılar, kimisinde İtalyanca şarkılar eşlik etti sohbetimize.
Benim en çok hayret ettiğim, küçücük bavul koyma yerleriydi. Eskiden insanlar birkaç parça eşya ile seyahat ediyorlardı demek. Alaz direksiyon çevirmekle meşguldu. Hepimiz çok eğlendik o bölümde. Sonra ilkokul çocukları geldiler. Öğretmenler çocuklara vagonları anlatmak yerine onları hizaya sokarak her vagon önünde resim çektirmekle meşguldüler.
Tahmin edeceğiniz gibi Alaz’ı o bölümden çıkarmamız hayli vakit aldı. Babaannesi yorulmuş, çoktan dışarıya çıkmıştı. Babası ve dedesi de gidiyorken, Alaz’a birkaç model tren ve tekne göstermek istedim. Koşa koşa lokomotiflerin yanına gittik. Elbette Alaz her birini ellemeye çalıştı. Neyse ki birinin önündeki düğmeye bastığında model tramvay bir ileri bir geri hareket edince, ona takıldık. İlkokul çocukları elele tutuşmuş yanımızdan geçiyordu. Kimisi o kırmızı düğmeye basmak istedi, öğretmeni izin vermedi. Kimisi Alaz düğmeye bastığında hareket eden treni farkedip ‘Aaa bak bu hareket ediyor‘ diye hayretle arkadaşlarına seslendi.
Bana sanki okulla gelen çocuklar doya doya gezemediler, göremediler gibi geldi. Belki prosedür öyle; ama ne yazık ki koskocaman merakları o kısa gezi süresinde giderilecek gibi değil. Alaz’ın birkaç sene sonraki halini düşündüm. Şimdiki gibi düğmelere basıp sevinçle zıplamak yerine neler yapacaktı acaba? Soru soracak mıydı bu nasıl gidiyor diye?
Daha ona göstermek istediğim çok şey vardı; ama karnımız acıkmıştı, yorulmuştuk. Grubumuzun geri kalanı bizi arabada bekliyordu. Yolun diğer tarafındaki bölümü ve keşif müzesini göremedik. Bir sonraki geziye artık. Böyle güzel müzeler birkaç senede bir tekrar tekrar keşfedilmeli.
Arabaya atladık, Alaz’ın dedesi bizi Kadınlar Pazarı’na götürdü Diyarbakır kebabı yemeye. O da ayrı bir yazı konusu olsun.
Geziyle İlgili Notlar:
– Yukarıda bahsettiğim gibi kimlik karşılığında bebek arabası ödünç alabilirsiniz.
– Girişe yakın tuvalette, bebek bez değiştirme odası, çocuklar için tuvalet adaptörü ve basamak mevcuttu, gördüm.
– Üst katlara çıkmak için asansör, basamaklı yerlerde rampalar var. Bebek arabası ve tekerlekli sandalye için sorun yok.
– İnternet sitesinde, tekerli sandalyelerin de ücretsiz temin edilebileceği yazılı.
– Bahçede bir restoran, kafe ve binada kafe mevcut. Kendi yiyeceğinizi getirebiliyor musunuz bilemem, piknik yeri yoktu; ama çocuklar için içecek getirebilirsiniz.
– Haftasonları atlıkarınca da bulunan park açık.
– Tatil dönemlerinde farklı yaş gruplarından çocuklar için farklı aktiviteler bulunuyor. Buradan bakabilirsiniz.
Not: Anlatımdaki görüşler benim kendi görüşümdür ve fotoğraflar bana aittir. Lütfen izinsiz paylaşmayın…
4 Yorum Var
Cok emek vermissiniz.Cok bilgilendirici bir yazi olmus.Siteniz de cok guzel.Yararli fikirlerinizden dolayi tesekkur ederim.
Çok teşekkürler yorumunuz için. Umarım faydasını görebilirsiniz.
Sevgiler, Deniz
Çok teşekkürler ;)yine süper yazmışsiniz.
Ben teşekkür ederim yorumunuz için…