Aralık ayının son günlerini İstanbul’da geçiriyoruz. Yaz mevsimi yolumuz düşmediğinden bu şehre, kış güneşini bulduk mu sokağa atıyoruz kendimizi.
Nicedir Alaz’ı vapura bindirmek istiyorduk. Hem denizi, hem su taşıtlarını çok sever. Hem de martılara simit atar diye düşündük. Kahvaltı ardından Kadıköy’e gitmek üzere evden çıktık. Hava güzeldi, evden çıktığımız saat yoğun insan ve araç trafiği yoktu. İlk iş Kentkart satın aldık. Sonra da ilk geçen Kadıköy otobüsüne kendimizi attık. Bebek arabası yanımızda olmadığından kullanım kolaylığına dair pek söz edemiyorum; ama otobüsün geniş camlarına yapıştı Alaz.
Kadıköy’de şans eseri vapurun kalkmasına beş dakika vardı bindiğimizde. Alaz müthiş zevk aldı üst kata çıkınca. Tek endişesi vapurun düüüt! diye ses çıkaracak olmasıydı (İsviçre’de Leman Gölü’nde başımıza gelmişti de!). Üst kata, vapurun arkasındaki açık alana çıktık. Martılara simit atanların arasına karıştık. Deniz anaları yüzüyordu suda. Alaz’ın hoşuna gitti elbette. Ben bile bu yaşta bayılıyorum vapura binmeye. Motorlar çalışmaya başlayınca bembeyaz köpükler sardı denizin üzerini. ‘Alaz’ın banyosu gibi oldu bak’ dedim. Hala aklı fikri düüüt! yapacak kısmındaydı. Rüzgar eserse üşür diyerek içeriye girdik. Daha bir rahatladı. Pencerelere yapışıp gemileri, kayıkları ve martıları izledi.
Beşiktaş’a yanaşırken hala ne yapacağımız konusunda kesin bir fikrimiz yoktu. Sahilden Ortaköy, Bebek tarafına gitmek veya Beşiktaş’ta kalmak ya da Taksim’e çıkmaktı aklımızdakiler. Vapurdan inince taksiye bindik ve ‘Maçka’ dedik. Akaretler’de restorasyon çalışmaları olduğunu görmüştüm; ama yeni haline ilk kez denk geldim. Çok güzel olmuş. Hazırlık boyunca bir sene Maçka’da İngilizce hazırlık sınıfında okumuştum. Alaz’a okulumu gösterdim, donup kaldı bir süre. Kendi iki katlı ev tipindeki kreşini düşündü heralde. İnsan büyüdükçe okul binaları da büyüyor tabii.
Maçka Demokrasi Parkı’na girip teleferiğe bindik. Alaz hayretle bakıyordu altımızda kalan yerlere. Neye bindiğimizi sorduğumda, kendinden çok emin bir şekilde helikopter dedi. Diğer yolcuları da güldürdü. İnmek istemedi diyebilirim. Taşkışla’ya doğru ilerlerken ‘Bir daha binelim, ben teleperiğe binmek istiyorum’ dedi durdu. Hatta akşama dek sürdü bu isteği.
O gün aklımıza eseni yapıyor gibiydik. Taşkışla önünden yürüdük ve Gezi Parkı‘na saptık. Aylar önce gözümüz, kulağımız oradaydı. Televizyonlardan, gazetelerden görüntüleriyle, öğle saatlerinde çocukların koşturduğu, büyüklerin banklarda huzurla oturduğu park arasında fersah fersah fark vardı.
Ortadaki havuzdan akan sulara büyülenerek bakan Alaz, oyun parkında bir saate yakın eğlendi. Kah diğer çocuklarla kah babasıyla oynadı. Hala belirsiz bir planımız vardı; ama yemek saati geldiğinden İstiklal Caddesi’ne çevirdik yönümüzü.
Meydanda merdivenler önünde durmuşken Alaz ‘Baba burası Beşiktaş mı?’ dedi. Biz Taksim diye cevap verirken, yanımızdaki simitçi ‘Burası Taksim. Sen de şu an tam Taksim’in göbeğindesin‘ dedi. Sonra aylar önceki olaylar ve hala süren direniş hakkında birkaç güzel yorum yaptı. İstiklal Caddesi ve Taksim eskiden olduğu gibiydi. Atatürk Kültür Merkezi çok eski, yorgun, yıpranmış ve üzgün göründü gözüme.
Kalabalıkla birlikte yürürken saatin geç olduğunu, Alaz’ın huysuzlanmalarından uyku ve yemek vakti geldiğini anladık. Zorla, hatta ağlayarak girdi restorana. Cam kenarına oturup caddeyi, karşıdaki Maraş dondurmacısını ve gelip geçen tramvayı izlemesini sağlayınca biraz duruldu. Yemekler gelince iştahla yedi. Huysuzluk nedeni ortadan kalkınca sevimli oğlumuz şaklabanlık yaparak etraftakilerle muhabbete başladı.
Tramvayı bu kadar izledikten sonra binmemiz şart olmuştu. Yemekten sonra iki seçenek vardı. Tramvay, Tünel, Karaköy’den vapurla Kadıköy ve eve dönüş ya da tramvay, Taksim, sarı dolmuşlarla eve gidiş. Alaz’ın uyku durumunu gözönüne alıp ikinci, daha az maceralı şıkkı seçtik.
Galatasaray’da tramvayı beklerken kestaneleri gören Alaz, sanki az önce yemek yememiş gibi, iştahla kestane yedi. Alaz sayesinde ilk kez biniyordum ben de tramvaya. Omuzumda uyuklamaya başlamıştı tıngır mıngır ilerlerken.
Meydanda kuşların peşinden koşturdu ve AKM yanındaki sarı dolmuşlara binince kucağımda uyuma pozisyonunu aldı. Beşiktaş’a varmadan çoktan uyumuştu. Boğaz’ı geçtikten sonra trafiğe denk geldik, benim de gözlerim kapanmış minübüs caddesine varana dek.
Güzel, kısa bir İstanbul gezisi oldu. Tramvay, teleferik, vapur, dolmuş, otobüs, taksi derken marmaray ve metro hariç İstanbul’un tüm taşıtlarına bindik sanırım. Bazısı bebek arabasına uygun olmasa da, yoğun saatleri seçmezseniz oldukça çocuk dostu toplu taşıma araçları.