Kış günü, yağmurlu bir İstanbul. Hava Londra’dakini aratmıyor gri, bulutlu, nemli ve ıslak… Eve kapanmayı sevmeyiz, avm de sevmeyiz. Aklımıza Alaz’ın bayılacağı bir fikir geldi. Sıkı sıkı giyinip taksiye atlayıp Kadıköy’e gittik, Alaz’a balık bayramı yaptırmaya…
Alaz, dedesinin teknesiyle birkaç kez balığa çıktığımızdan mıdır, yoksa su burcundan yengeç olduğundan mıdır, hem balığı hem suyu çok sever. Balığı hem kedi-köpekmiş gibi bir hayvan olarak sevip okşar hem de yer. Daha küçücükken ‘Aza balita ekpek atcak, dede balit tutcak, anne pişircek, Aza ham yapcak‘ diyen bir yavru kendisi. Akvaryum izlerken bile ‘ham‘ diyor kendinden geçip 🙂
Kadıköy‘ün simgesi boğa heykeli ilgisini çekmedi. Biz de doğrudan balık pazarına girdik. Balıkları görünce kendinden geçti. Ağzı bir karış açık balıkçıları izliyordu. Bazı balıkçılar da ‘Git burdan, şimdi seni yiyeceğim!‘, ‘Şu çizmelere bak, bu da küçük balıkçı olmuş, gel iş verelim sana!‘ diyerek Alaz’a laf atıyorlardı. Alaz ise balıklardan gözlerini alamadığından balıkçı abileri ve seslenmelerini duymuyordu. Balıkların içine düştü düşecekti!
Epeydir gelmemiştim bu pazara. Beyaz bir kaz dolaşırdı ortalıkta, onu göremedik. Görünüşünden tazeliği belli olan meyvesiyle, sebzesiyle rengarenk cıvıl cıvıl bir yer Kadıköy Balıkçılar Pazarı. Ben ve Alaz gibi balık severler için sadece gezmek için bile gelinir. Fakat Alaz’ın babası kırk yıl uğramasa da olur. ‘Balık sevmeyenler kokudan rahatsız olabilir‘, diyor kendisi. Bense hiç koku almadım desem yeri…
Ekşisözlük yazarları Beşiktaş’taki ve Üsküdar’daki balık pazarlarına göre Kadıköy’dekinin daha kaliteli olduğunu yazmışlar. Dicle Balık yani balıkçıların en büyüğüne, içinde dev alabalıkların yüzdüğü akvaryumlu olana girip Alaz’a yüzen balıkları, malesef artık yüzmeyen kalkanları gösterdik. Oldukça hoşuna gitti balıklar arasında gezinmek. Ee iş teklifi de aldık; birkaç seneye yazları çırak olarak başlar 🙂
Ardından ara sokaklardan rıhtıma doğru yürüdük. 8-9 sene öncesinden beri bildiğim ve her Kadıköy’den geçişimde kahve içtiğim Fazıl Bey Kahvecisi‘ne uğradık. Fakat gördük ki, tüm sokak onların birer kopyası olmuş neredeyse.
Biz içeri geçip alt katta oturduk; Alaz rahat rahat gezinsin, bakınsın diye. Az sonra yanımıza yaşlıca bir beyefendi geldi. Alaz görmeden çantasından bir gofret çıkardı ve bana sordu ‘Versem yer mi?’. Biz hemen atladık telaşla ‘Yok, henüz vermiyoruz ona çikolata, gofret‘ diye. Telaşa gerek yoktu, zaten adamcağız da o yüzden Alaz görmeden gizlice göstermiş bize. Geri çantasına koydu gofreti ve kısaca hayat hikayesini anlattı bize. O sırada kahvecilerden muhabbet açıldı. Fazıl Bey Kahvecisi çalışanları, ‘Eskiden bir adap düzen vardı, bir sokakta kahveci varsa kimse o sokağa kahveci açmazdı‘ diyerek sağına soluna, karşısına, çaprazına son yıllarda açılan kahve dükkanlarından ötürü yakındı. ‘Bir de herşeyimizi kopyalıyorlar!‘ dedi. Hakikatten de hepsi Atatürk’ün kahve içerken poz verdiği resmi asmış ve ortaya büyük bir kahve değirmeni koymuş. Birbirinin kopyası dükkanlar olmuş o sokakta anlayacağınız. ‘Kahveleri Eminönü’nden alıp pişiriyorlar, değirmen koyduklarına bakmayın. Kahveyi burada, değirmende çeken bir biz varız‘ diye anlattılar. Az önce de yazdığım gibi, 9 sene öncesinde bir tek Fazıl Bey Kahvesi vardı. Hala da Kadıköy’e gittiğimde bir kahvesini içer, ikramları lokumlardan yerim.
Ardından gene bir geleneğimizi yaşatıp Ekspres İnegöl Köftecisi’ne gittik. O kadar balık ve balıkçı muhabbetinden sonra ters geldi biraz ama… Alaz çok yorulmuş olduğundan evde yemek üzere paket yaptırdık. Biz köftelerin hazırlanmasını beklerken, Alaz, garson abiler sayesinde lolipop şekerlerin yerini öğrendi ve istedikçe istedi. Bir cebim şeker doldu desem yalan olmaz! ‘Gofret vermeyip şeker mi veriyorsun!‘ diye kızmayın canım. Yemeğini yemeden şeker yiyemeceğini anlattık ve masalarda yemek yiyen müşterileri gösterdik. Neyse ki yaşı müsait, şimdilik kanıyor bu laflarımıza. Zaten eve dönerken takside uyuyakaldı. Evde birkaç saat sonra uyandığında da şekerleri çoktan unutmuştu 🙂
Bu arada ilgimi çeken ve hoşuma giden başka birşey oldu. Daha önce farketmedim belki; ama Kadıköy’de bayanlar tek başına kahveciye girip bir kahve içip alışverişlerine devam ediyor. Ya da köfteciye oturup yemek yiyor. Ne güzel, değil mi?
2 Yorum Var
Onun kendisi balık 🙂 Bu balıkçı tezgahları ve denizin nemli kokusu, yaşadığım yere o kadar uzak ki.. Çok özlemişim, teşekkürler yazarak bizi de götürdüğün için!
Teşekkürler! Biz de denize uzak, İstanbul'a uzağız. Ben de çok özlüyorum oraları.