Eskişehir denilince aklıma Anadolu Üniversitesi ve Yılmaz Büyükerşen gelir. Her ikisinin de bugünkü modern ve Avrupa şehirlerinden farkı olmayan Eskişehir üzerindeki etkisi yadsınamaz. Birkaç sene önce kış mevsiminde günübirlik gittiğimde havanın soğuk ve yağışlı olmasından ötürü sadece Odunpazarı Evlerini görebilmiştim. Eskişehir’in ilk yerleşim yeri olan Odunpazarı, Osmanlı döneminden kalma mimari yapıyı sergiliyor. Belediye tarafından, Odunpazarı evleri yaşatma projesi adı altında eski evler restore edilerek aslına uygun yenilenmekte. Dar sokaklar, cumbalı evler görülmeye değer. Pansiyon ve müzeler de semtte daha çok kalmak ve gezmek isteyenlere olanak vermekte. Daha fazla bilgi için Gezip Gördüm bloğundaki Eskişehir Odunpazarı Evleri adlı yazıya bir gözatın.
Tesadüfen yine bir kış sabahı dört bayan ve Alaz, arabaya atladık Kütahya’dan Eskişehir’e vardık. Arabayı Porsuk Çayı yakınlarına, İsmet İnönü Caddesi’ne parkettik ve çay kenarına yürüdük. Sadece yayalara açık olan bu geniş yolda, Porsuk Bulvarı’nda, Alaz’ın çaya ‘su, su!‘ seslenişleriyle, su kenarından yürümeye başladık. Eskiden kötü kokusu olan bu çay, yakın geçmişte Belediye’nin katkılarıyla ıslah edilmiş ve bugünkü Amsterdam kanalları gibi olan görüntüsüne kavuşmuş. Çocuk parkında, köprüler üzerinde ve heykellerin yanında uzun molalar verdik. Alaz bazen elimizi tuttu, bazen kucak istedi; ama genelde başınabuyruk yürüdü araçlara kapalı olan yolda. Yerde gördüğü rengarenk menekşeleri koparmak istedi; ama engel olduk. Bu ara neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya başlıyor. Ona çiçeklerin koparılmaması gerektiğini, canlı olduklarını ve uf olacaklarını anlattım. Evdeki çiçekleri henüz koparmadı; ben elini yapraklar üzerinde yakaladığımda ‘cici, cici‘ diye okşuyor gibi yapıyor. Ağaçlarla, yeni öğrendiği ebelemece oyununu oynadı. Bazen bizi de ebeledi. Yolda uyumuş olduğundan ve tabii açık havada dolaştığımızdan keyfi yerindeydi.
Şair Fuzuli Caddesi üzerindeki köprüden, bu arada hatırlamıyorum ama her köprünün bir adı vardı, Doktorlar Caddesi olarak bilinen yere çıktık. Bu cadde de, Porsuk Bulvarı’na paralel uzanıyor ve tramvay hariç araç trafiğine kapalı. İstanbul’un İstiklal Caddesi’ne benzediğini söylüyorlar; doğru ama ben biraz da Zurih’in Bahnhofstrasse’sine benzettim sağlı sollu alışveriş mekanlarıyla. Tabii Zürih’te dünyaca ünlü, pahalı markaların mağazaları sıralıdır yanyana. Eskişehir’deyse kuruyemişçiden, butiğe her türlü mağaza dizili cadde boyunca. Alaz’a sokak aralarında kaplumbağa, salyangoz gibi figürleri gösterdik. Kendi boyunda olduğundan pek yanaşmadı yanlarına.
Kuşadası’ndan tanıdığımız bir marka, Tuğba Kuruyemiş’in dükkanına girdik. Ben Londra’ya lokum, incir falan götüreyim istedim; eskiden Kuşadası’ndan İstanbul’a taşırdım. Baktık ki dükkanın arka kısmında ufak bir oyun alanı var, Alaz anneannesiyle daldı oraya. Biz de rahat rahat alışveriş yaptık. Hatta üzerine ikramları olan Türk kahvesini bile içtik. Eskişehir’e özgü met helvanın da tadına baktık. Alaz tadımlık lokumların yanından ayrılmıyordu bir ara. Her birimize kendini kucaklatıp yavru kedi bakışlarıyla ağzına ufak bir lokum attırıyordu. Tabii onun bu oyunculuğu bana işlemese de, anneannesi ve teyzesi dayanamıyordu. Yeni üretimleri nar lokumundan satın aldık babasına da tattırmak için. Genelde lokum sevmesem de, fıstıklı nar lokumu bir harika, tavsiye ederim. Alaz için de kuru kayısı ve kuru üzüm depoladım Londra’da ve yolculuklarımızda gerekir diyerekten.
Ardından İş Bankası yayınlarını satan bir kitapçıya girdik. Alaz’a birkaç Türkçe kitap satın aldık. Evdekilerin tümü İngilizce’ydi. Gerçi biz okurken Türkçesi’ni okuyoruz, Türkçe öğrensin diye 🙂 Ardından arabaya atlayıp öğle yemeği için Kırçiçeği’ne gittik. Bodrum’dakinden sonra Eskişehir’deki de gerek mama sandalyeleri, gerek bebek bezi değiştirme odası ve emzirme odasıyla, bebekli aileler için rahat bir yeme-içme yeri. Alaz’ın lokumlardan sonra pek iştahı kalmamıştı. Onun yerine biz yedik doyasıya. Sonra da yediklerimizi yakmak için Kütahya yolu üzerindeki Sazova Bilim, Sanat ve Kültür Parkı’na uğradık.
Eskişehir’in en büyük parkında gölet, korsan gemisi, uzay evi, bilim merkezi, masal şato, anfitiyatro, oyun alanları, restoran ve kafeler var. Çocuklu aileler için birebir. Gezip Gördüm bloğuna başvurun detaylı bilgiler için. Hava bulutlandığı için otoparktan önce çocuk parkına doğru koşturduk. Parkı baştan başa gezen görünüşüyle eski tren de çalışmıyordu o gün. Yaya olarak, yağmura yakalanmadan hızlı bir tur atalım dedik.
Masal şatosu, heybetiyle duruyordu. Ben Moskova’daki saraylara benzettim, çizgi filmlerden fırlamış gibiydi. Paris Disneyland şatosuna da benzediği söyleniyor. Şatoya doğru ilerlerken önümüze çıkan tüm salıncaklara bindi Alaz.
Her kulesi Türkiye’nin farklı bölgelerindeki ünlü eserlerden birer örnek aslında:
Çan Kulesi/Diyarbakır, Adalet Kulesi/Topkapı Sarayı, Ulu Kule/Mardin, Burgulu Kule/Amasya, Yavru Kuleler, Galata Kulesi/İstanbul, Yivli Kule/Antalya, Kız Kulesi/İstanbul, Sindrella Kulesi/İstanbul, Gravür.
Masal şatosunun içine giremedik. Henüz yapımı tamamlanmamış. 2013 yazında açılacak deniyor. Biz de şirinlerin evi ve ağaç evlerin içine girerek kendimizi teselli ettik. Alaz başta, girmek istemese de sonra çıkmak istemedi o sevimli minik evlerden.
Ardından gölete gidiyoruz diyerek çocuk parkından uzaklaştırdık. Ördekler, kuşlar ve kuğular, insan kalabalığı olmadan karanın ve suyun keyfini çıkarıyorlardı besbelli. Ben de ‘Black Swan‘ filminde duyduğum siyah kuğu kavramıyla tanıştım; hayatımda ilk kez siyah renkli bir kuğu gördüm. Bazı deneyimleri Alaz’la birlikte keşfetmem ne garip, değil mi? 🙂
Gölet kenarında üzeri kış mevsiminden dolayı örtülü olan korsan gemisine doğru ilerledik. Alaz’ın cennetiydi bu park! 1 TL gibi sembolik bir ücret ödeyerek içine girdik. Okyanus aşan gemilerin, birebir ölçeğinde inşa edilmiş. Giriş katında sandala ve kaptan köşküne bakıp, daracık merdivenlerden aşağı indik. Alaz’ı sevinçten çıldırtacak başka bir şey vardı: Akvaryum! Rengarenk balıklara bakıp kendinden geçti, bazısına ‘Gel, gel‘ dedi, bazını pişirip ham yapacağından bahsetti 🙂 Çığlık çığlığa epey bir vakit geçirdi hiç kıpırdamadan önünde. Düşünüyorum da, eve bir akvaryum alsak belki ben günde 2-3 saat blog yazabilirim? 🙂
Korsan gemisinin alt katında zindan ve mutfak da var. Alaz akvaryuma takılıp onlarla ilgilenmese de annem mutfakta ve kilerde gerçeğine benzer eşyalardan ve yiyeceklerden gözlerini alamadı. Ardından üst kata çıkıp dümen ve çan ile oynadık bir süre. Sonra Alaz’ı ikna edip gemiden aşağı indik.
Yağmur çiselemeye başlamıştı biz çıkarken. Gelin ve damat vardı fotoğraf çektirmeye gelmişler belli ki. Yağmurdan kaçıp korsan gemisine sığındılar. Biz arabaya gidelim bir an önce diye uğraşırken Alaz gördüğü ağaçları ebeliyor, çimler üzerinde koşturuyor, parktaki oyuncaklara gitmek istiyordu. Mecbur kucaklayıp olay mahallinden uzaklaştık.
Eskişehir’de yaşayanlar eminim bu parkı sık sık ziyaret ediyorlardır, özellikle de çocukları olanlar. Bulunmaz bir nimet bu park büyükşehirde yaşayanlar için. İstanbullular hasret çekiyorlar böyle bir yer olsun diye. Eskişehir’i birkaç günlüğüne ziyaret edenlere Sazova Parkı’na uğramalarını tavsiye ederim.
Anlattıklarımdan ve resimlerden çok etkilenen ve hatta biraz kıskanan Alaz’ın babası, bahara veya yaza Ankara üzerinden Eskişehir gezisi yapalım diyor. Hem belki Devrim Arabaları filminde bahsi geçen arabalardan birini, Uzay ve Uçak Müzelerini ve ünlü yapay plajı da görürüz bir dahaki Eskişehir seferinde. Ankara’daysa Anıtkabir’e gitmek olacak ilk planımız; ama başka neler yapabiliriz çocukla diye önerilerinizi bekliyor olacağım…
2 Yorum Var
Ne güzel paylaşmışsınız. Allah mutluluğunuzu daim etsin.
Beğenmenize sevindim. Teşekkürler 🙂
Sevgiler, Deniz…