Boston’da ancak bir gün geçirebildik, o da çok sıcak bir gündü. Arabayı Atlantic Avenue üzerinde kapalı bir park yerine bırakıp, kendimizi Boston sokaklarına attık. Caretta caretta misali denize doğru ilerledik hemen.
Elbette haftasonu dolayısıyla festival doluydu şehir ve deniz üzerinde yüzen platformda bir müzik grubu cover şarkılar söylüyordu. Oradaki bir restoran sponsorluk yapıyordu; ama müzik dinlemek için restorana oturmak zorunda değildik. Kendi yiyeceklerini alıp gelenler için de masa ve sandalyeler konulmuştu deniz kıyısına.
Etrafta birçok yerli ve yabancı turist vardı; ama aradığımız kafe yoktu şöyle denize nazır oturalım diyebileceğimiz. Sahilden akvaryuma doğru yürüyüp bir arkadaşımızın önerdiği Quincy Market’i keşfetmekti amacımız. Fakat yolun karşısına geçerken yerden su fışkırtan çeşmelere rasgeldik. Haydi Alaz’ı tutun tutabilirseniz. Doğrusu o sıcakta ben de can atıyordum biraz ıslanmak için. Bazısı beziyle, bazısı ıslak elbiseleriyle koşturan çocuklar arasına daldık biz de. Alaz’ın keyfine diyecek yoktu. Bir süre sonra oradan ayrılırken bastı yaygarayı. Hemen binalardan sallanan bayrakları gösterdik ilgisini dağıtmak için.
Quincy Market tıpkı Londra’daki Covent Garden’ı andırıyordu. Market etrafında gösteri yapanlar, müzik aleti çalanlar, Gap gibi alışveriş yapılabilecek dükkanlar vardı. Tabii Boston’daki marketin içi sadece yeme amaçlıydı ki Covent Garden hem alışveriş yerleri hem de kafeler bulunduruyor içinde. Lobster yani ıstakoz meşhurmuş bu bölgede. Ben de duydum ya yemeden dönmem. Bize önerilen yer market içindeki Union Oyster Company idi. Bizse o sıcak ve kalabalıkta Alaz’la rahat edemeyiz içeride diyerek restoranlardan birine girdik. Balık çorbasına itiraz eden Alaz’a, kendi yediklerimizden önerdik. Malesef yemeye niyeti yoktu; anlaşılan yola çıkacağımızı farketmişti gene! Lobster roll ve fish cake’ten oluşan menüden sonra şehri gezmeye hazırdık. Tam yola koyulurken Alaz bir dükkan önündeki uçan balonları gördü. Biraz onlarla oyaladıktan sonra babasıyla uygun zamanı kollayıp bebek arabasını balonların tersi istikamete hızla sürdük. Birimiz isyanda olan Alaz’a birşeyler gösterip oyalamaya çalışıyor, diğerimizse arabayı hızlıca uzaklaştırıyorduk o insan kalabalığında. Birden arkamızdan bir orta yaşlı kadın ve 2 çocuk ellerinde balonlarla koşarak geldiler. Amerikalı turist kadın Alaz’ın o haline dayanamayıp balonları koparmış dükkanın önünden bizim için. Nasıl yani diye eşimle birbirimize bakarken Alaz balonları görüp gülümsemeye başlamıştı bile. Kadına ve çocuklara teşekkür edip balonlardan birini aldık. Diğerlerini istemediğimizi görünce ‘Neyse başka çocuklar bulup onlara veririz’ dediler ve yollarına gittiler. Alaz’la başımıza daha neler gelecekti kimbilir?
Downtown denilen şehir merkezinde tarihi ve önemli yerleri gösteren bir yol var. Kaldırımlar işaretlenmiş ve siz onları takip ederek geziyorsunuz, tabii biz de öyle yaptık. Boston Common parkına vardığımızda sıcaktan epey bunalmıştık. Alaz da uykusu geldiği halde uyumuyordu biz öyle ağır ağır gezinirken. Parka daldık. Central Park‘taki olay başımıza gelmesin diye de çocuk bahçesi ve havuzlardan uzakta bir noktada çimlere serildik. Biraz oyun biraz hikaye derken babasıyla benim içimiz uyuyordu Alaz gezinirken etrafımızda. Sonunda iş başa düştü; sıkı sıkı kucaklayıp yürüyüşe geçtim bir yandan da ninni söyleyerek. Umduğum gibi oldu, fazla karşı koyamadan uyudu. Çimler üzerine, ortamıza gelecek şekilde yatırdık. Biz de gözlerimizin kapanmasına karşı koyamadık. O uyukladığım sürede ki yarım saat falandır; onlarca kez fırlayarak uyandım yerimden ya Alaz’ı kaçırdılarsa diye! Nedense çocuk kaçırma olayı bu sıralar beni oldukça ürküten tek şey.
Alaz neşeyle uyanıp oynamaya başladı biz daha toparlanamadan. Hava da öyle bir bulutlandı ki NewYork’taki yağmura benzer bir atak bekliyorduk her an. Alaz uykusunu alınca çocuk bahçesine gitmeyi haketmişti. Lakin çocuk bahçesi karşısında bir havuz vardı Frog Pond denilen geniş mi geniş bir karış derinliğinde. Elbette içinde 1’den 70’e birçok insan vardı ortasından su fışkıran havuzun. Alaz’ın çığlıklarına seyirci kalamadık. Önce babası alıp kollarını bacaklarını ıslattı. Kenara gelip kucağıma verdiğinde eliyle suya götür beni işareti yapıyordu bacaklarını sallaya sallaya. Dayanamadım, götürdüm. Cup cup derken bir baktım Alaz suyun içinde oturuyor. Babasının ama’sına fırsat vermeden ‘Aman eğlensin hava çok sıcak hem klor kokuyor baksana’ dedim. Sırayla da soyduk beziyle kalana dek. Havuzdaki en küçük çocuk Alaz, en çok eğlenen ve çığlık atan gene Alaz’dı. Biz de onun bu eğlencesine bakıp güldük. Yavaş yavaş çıkardık dışarıya ağlamasın diye. Üst baş değiştirip ki, mekanın hem kafesi hem tuvaleti hem soyunma odaları, hem kilitli dolapları var, yolumuza koyulduk az biraz serinlemiş olarak.
Kaldırımda işaretlenmiş yolu izleyerek devam ettik şehri şöyle bir gezmeye. Sıcaktan mı, akşama yolculuk var diye mi, düğün rehaveti mi, NewYork yorgunluğu mu bilemeyeceğim; ama hiç gezip görme havamızda değildik. Halbuki bir daha Boston’a gelme şansımız olur muydu bilmem? Sahile gidip uzun bir yürüyüş yaptık Fort Point Channel kıyısında. Sonunda Harborwalk’ta bir kafe bulduk, hatta tanıdık birini bile gördük Türkiye’den. Dünya küçük! Kafe kokteyl tarzı içecekleriyle meşhurdu; fakat bizim aklımızdan son geçen şeydi alkol o sırada. Sonunda vakit havaalanına gitme vakti oldu.
Şehir merkezinden havaalanı arabayla 5 dakika falan sürüyor. Bu nedenle dönüş günü şehirde epey bir vakit geçirilebilir uçak vaktine dek.
Not 1: Tüm gün suyla oynayan Alaz, uçak henüz kalkmadan uyumuştu emzirirken. Hatta hostes cot bed (bir tür anakucağı) yerleştirdiğinde uyanır, içine yatırmasak mı derken, tam 4 saat uyanmadan uyudu orada. Hatta biz de öyle bir uyumuşuz ki ne yemek servisini gördük ne içecek!
4 Yorum Var
Deniz hanım fotoğraflar harika, bu sıcaklarda serin serin geldi…:) Keyifli hafta sonu dilerim…
Teşekkürler! Size de iyi haftasonları.
inanmiyorum tanidik birini gordugunuz demek dunya gercekten kucuk demek ki:) daha oncede demistim bizde amerika yapmak istiyoruz diye senin bu amerika yazilarin bize baya yardimci olacak denizcim :)) eee bir sonraki yolculuk nereye :)))
Evet, 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi benim de! Siz Amerika'ya gitmeden önce tüyoları veririm 🙂
Bu aralar evimizdeyiz, biraz mola aldık 🙂 Floransa ve Roma geziniz çok hoşuma gitti, belki o tarafa kaçarız sizden ilham alarak.