Worcester gezimiz sırasında yolumuzun yakınlarındaydı Oxfordshire ve görmeden geçmeyelim dedik. Evden arabayla çıktığımızda Alaz uyumuştu. Oxford sınırlarına yaklaştığımızda açtı gözlerini mahmur mahmur etrafa bakınıyordu. Ben de arka koltuktan ön koltuğa transfer olmuştum yolda karı koca muhabbet ederiz diye. Tabii bir de öne bakan bebek koltuğuna geçmemizin de etkisi büyük 🙂
Oxford’a girişte merkeze gelmeden ‘Park & Ride’ denilen arabayı parkedip otobüsle merkeze gitmek için yerler var. Çocuksuz olanlar için mükemmel bir çözüm. Şehir merkezinde hem bazı yollar trafiğe kapalı, hem otopark bulmak zor, hem de otopark ücretleri yüksek. Biz ne olur olmaz Alaz’la diyerekten şehir merkezine daldık; birkaç defa tur attıktan sonra bulduk bir park yeri. Alaz da artık kendine gelmişti iyice. Otoparklarda tuvalet, bez değiştirme yerlerinin olması işimize yaradı. Biraz meyve yedirdim yemek yerine dek huysuzlanmasın diye. Ardından daldık şehrin içine. The Plain’den botanik bahçesine doğru ilerlerken nehrin iki kolunu geride bırakıp High Street’e doğru yol aldık. Alaz’ın yemek saati yaklaşmıştı, doğrudan yemek yiyeceğimiz yere gidelim geze geze dedik. Birkaç forumda okuyup araştırmıştım nereler uygun bebekle yemek için diye, Çocuklu Aileler Restoranda yazıma da ekledim. Önerilen yerlerden biri Browns idi, St Giles caddesine doğru yürüdük. Dar, yayaya ve bisiklete açık sokaklarından ve Trinity Kolejini geride bıraktık. St Giles oldukça geniş bir caddeydi diğer sokaklara nazaran. Martyrs Memorial’ı baktık neymiş diye; dini inançları ve öğretileri için yakılan 3 şehit için yapılmış 18.yy’da.
Yemek için seçtiğimiz yer tıklım tıklım doldu bizden sonra. İyi bir zamanda gitmiştik. Önce Alaz’ı yedirdik, sonra da kendimiz yedik ünlü Sunday Roast dedikleri etlerinden. Yazılanlar kadar doğruydu; bez değiştirme yerleri ve tuvaleti çocuklular için uygundu. Alaz yiyeceklerini yemek yerine yerlere atmıştı gene. Mama sandalyesinin ve masanın altını temizleyip hem birer biranın verdiği keyifle hem de karnımız tok olarak Oxford şehrini kısıtlı günümüzde gezmeye çalıştık.
Tıpkı Cambridge’de olduğu gibi, burası da kolejler etrafında kurulmuş bir şehir. Bisiklet en önemli ulaşım aracı. High Street dükkanlarına takılmadan Radcliffe Square civarını dolaştık. Harry Potter ve Alice filmleriyle ününü arttıran ve kendi saatini uygulayan (GMT+5 dk) Christ Church’e uğradık. Oxford’un en prestijli caddesidir denilen Broad Street’te bir tur attık. Bu sırada Alaz bebek arabasından memnun memnun etrafı seyrediyor; geçip giden kuşlara, köpeklere ve diğer çocuklara laf atıyordu. Bir ara sıkılmaya başlar gibi oldu, eline bir dilim ekmek verdim. Bir kendi yedi bir kuşlara attı. Harry Potter hayranlarının hatırlayacağı New College’ın güzel bahçesini gezdik, dünyaca ünlü korosunu dinleyemesek de. Bodleian Kütüphanesi, Oxford’un en eskisi, üstelik İngiliz Gotik mimarisinin de başyapıtı sayılmaktaymış. Haşmetli binasıyla Sheldonian tiyatrosu önünde Alaz’la resim çektirdik. Üniversitenin belli başlı seromonileri bu tiyatroda gerçekleşirmiş. Alaz uzay bilimlerine merak salsın diye önünde birkaç resmini çektikten sonra Radcliffe Camera’yı geride bırakıp şöyle dinlenip uzanabileceğimiz, Alaz’ın da emekleyebileceği en yakın çayırlık alanı aramaya giriştik.
Christ Church Meadow denilen alanda bulduk kendimizi; ama dakikalarca giremedik içeri! Niye mi? Tabii ki eksantrik dökme demir çiftli kapıları nedeniyle! Alaz’ı bebek arabasından indirdik, arabadaki eşyaları toparladık, arabayı katladık vs. Merton St tarafındaki kapıları bebek arabasıyla veya bisikletle geçmek için kullanmanızı hiç önermem bilin.
Kapılardaki stresin, güneşin, yol yorgunluğunun ve de sabah erken kalkmanın etkisiyle uzandık çimenlere ailecek. Etraftaki herkes ya piknik yapıyordu ya da yürüyüş. Alaz’ı emzirip uyutmak istedim; ama o etrafa merakla bakınmayı tercih etti uyumayı reddedip. Onun yerine babası uyudu. Sonra yolun karşısındaki kocaman ineklere bakmaya gittik. Heyecan yaptı 🙂 Tekrar o kapılardan geçmek yerine başka bir çıkış bulalım dedik arabaya dönmek için. Çayırlık alanın bir kısmı okçuluk yarışması nedeniyle düzenlenmişti o haftasonu. Biraz okçulara bakındıktan sonra, Alaz babasının omzunda, Oxford kanallarında gezen kanoları izleyerek botanik bahçesi yakınlarındaki kapıya geldik. Malesef o da dökme demir bir kapıydı ve gene çeşitli matematik hesapları yaparak bebek arabasını kapının diğer tarafına geçirdik. Tabii bu kapıyı niye hala o asırlar önceki şekilde tuttukları için de epey bir söylendik. Eminim inekler dışarı çıkamasın çıkarılamasın diye yapılmıştır 🙂
Otoparka varmadan az evvel Sainsbury’s marketi vardı. Alaz’a süt ve meyve almak için girdik, yaramazlık yapıp kendimize de çikolata aldık. Önümüzde 2 saate yakın yolculuk vardı. Alaz sütünü içtikten sonra mışıl mışıl uyudu gene. Ben de İngiltere’nin sürücü ehliyetini almak için gireceğim sınav sorularını çözdüm babasıyla, otoban kısmını göre göre hem de 🙂
2 Yorum Var
yaa ne guzel yerler ingiltereye bir daha gelicem sanirim deniz 🙂 birde cotswold diye bir yer var sanirim orasida cok guzelmis gittinizmi bilmiyorum.Alazin cimler ustundeki pozunada bayildim ayrica cok tatli:))
Teşekkürler Esracım, Alaz'ın en tatlı yaşları sanırım, büyümesin böyle kalsın demeye başladık 🙂
Baharda gel Nisan gibi çok güzel olur buralar 🙂 Cotswolds bölgesi Oxford'u da, Worcester'ı da, Bath'ı da kapsayan geniş bir alan. Her yerini göremesek de birkaç noktasına gittik.