Akşamdan karar vermiştik Tahtakuşlar Köyü’ne gitmeye. Annem müze olduğunu, içinde dev bir caretta caretta kaplumbağası olduğunu söyleyince daha da bir hoş geldi kulağımıza. Ertesi sabah Alaz ilk kısa uykusundan uyanınca, ananesi, teyzesi, eniştesi, babası ve ben iki arabayla (bizdekinde bebek koltuğu vardı) yola koyulduk kahvaltı sonrası. Günlerden pazar, havalar da ılık olduğundan yollar kalabalıktı, Edremit’e 17km uzaklıktaki bu köye gidene dek Alaz etrafa bakındı. Anayoldan sağa dönüp dar ve virajlı bir yoldan 2km kadar yukarı çıktık köye doğru. Tur otobüslerine biniyordu insanlar akın akın. Demek tam vaktinde gelmiştik!
Az bir ücret karşılığında girdik müzeye, Türkiye’nin ilk özel köy etnoğrafya müzesine. Bizden başka gezen de yoktu turlar az önce köyden ayrıldığı için. Alaz gezip herşeye dokundu rahat rahat! Bu aralar bir elleme merakı geldi, ne görse dokunuyor ‘elle elle’ diyerek. 1994’te Unesco tarafından ödüle layık görülen müzede, Türkmen kültürüne ait giysi ve eşyalar, M. Selim Turan Sanat Galerisi, kütüphane ve deniz ürünleri var. Hatta dünyada sergilenen en büyük deri sırtlı deniz kaplumbağası (360 kilo ve 197cm) da var. En çok ilgi çeken şeylerin başında tabii ki. Bizden başka gelen giden olmadığından müze görevlisi bizimle dolaşıp anlattı merak ettiklerimizi. Özellikle o kaplumbağayı, İskele’de bir balıkçının ağlarına yakalanışından, Burhaniye’den Tahtakuşlar köyüne getirilişinden, belediyeler arasında bu yüzden çıkan çekişmelerden, evlerinin bahçesinde kaplumbağanın içinin temizlenip daha sonra özel bir maddeyle doldurulmasından, her sene üzerine bozulmasın siye sürülen o maddenin yenilendiğine dek her şeyi güzelce anlattı. Herşeyin üstüste olması dışında güzel bir müzeydi, benim ilgimi bir de boyasız el dokuması halılar çekti. Tersi yazları kilim olarak da kullanıyormuş hatta biz görmeyiz de 200 sene garanti veriyorlardı. Fiyatları da öyle çok fazla değildi; ama kim onu burdan alıp da İngiltere’ye götürecek? Hele de Alaz’ın eşyaları, giysileri, oyuncakları, kitapları ve ilaçları epey bir yer kaplıyorken bagajda! Belki daha sonra?
Müzeden çıkarken Alaz acıkmıştı ve mızırdanmaya başladı; tipik acıkan, uykusu gelen çocuk mızırtısından. Yemek yenecek pek bir yer yoktu orada, yakındaki Çamlıbel Köyü’nü önerdi köy sakinleri. Saklı Bahçe diye bir yer bulduk. Masalar etrafında akan sular, tahta bebek sandalyeleri, çocuk parkı falan epey bir güzeldi. Biz de birer Türk kahvesi içtik Alaz yemek yerken. Arıların etrafımızı basması dışında herşey çok güzeldi. Sabah kahvaltısına gelmeli buraya dedik, dışarda mangal olayına dedemiz izin vermediğinden!
Ardından arabalara binip Altınoluk Meydanı’na vardık. Tabii ki Alaz yolda uyumuştu. Onu bebek arabasına yerleştirip meydanda çiğ börek, kapaktan kesme ve mantı yapan kafelerde aldık soluğu. Yemek sırası bize gelmişti 🙂 Tam böreklerimizi bitirdik Alaz kıpırdandı. Biraz da meydanın etrafını gezip yola koyulduk eve dönmek için.
Diğer arabadakiler zeytinliklere uğramak isteyince biz de sabahtan beri ‘havuz havuz’ diye denizi sayıklayan Alaz’ın gönlünü yapalım dedik. Ören ve Öğretmenler Mahallesi arasındaki plaja gittik. Yanımızda mayo olmadığından denize girmedik; zaten su çivi gibiydi akşamüzeri. Alaz doyasıya oynadı kumlarda sonra da evde banyo yaptı üzerine…