Haftasonları eve kapanmamalı diye bir kural vardı bizim ailemizde. Her pazar (babam cumartesileri de çalıştığından) mutlaka bir yere giderdik. İzmir’de yaşıyor olmanın avantajıyla, malum Çeşme, Kuşadası, Foça, Şirince, Seferihisar, Gümüldür, Karaburun hep yakınımızdaydı. Denize olmasa pikniğe, Urla’ya katmer veya balık yemeye, kışın Manisa Spil dağına veya Narlıdere seralarına giderdik. Alaz dış dünyanın farkına vardığından beri babasıyla ben de eve kapatmayalım çocuğu diyoruz, seyahatlerimiz olmadığı zamanlar. Elbette evde oturmayı özlüyorum; ama bu aralar gezsin gezebileceği kadar. Göz açıp kapayana dek başlayacak okullar, ödevler, sınavlar…
Türkiye dönüşü kara kış karşıladı bizi İngiltere’de; yağmur yağmasa başı zonklatan bir soğuk ya da bebek arabasını uçuran bir fırtına var. Hatta güneşe aldanıp üşüttük Alaz’ımızı park sevdasına. En güzeli bu kışı müze gezerek geçirelim dedik. Alaz tam iyileşmediğinden yakınlarda bir müzeden başladık. Forest Hill’deki Horniman Museum.
Güzel mi güzel, yeşil mi yeşil, bakımlı mı bakımlı bahçeleri var 16 dönümden ve farklı bölümlerden oluşan. Hava güneşli ve buz gibi olduğundan biz direk müzenin içine girdik bahçeleri gezmeyi bahara erteleyerek. Arabada uyuyan Alaz, bebek arabasına konulunca açtı gözlerini etraftaki çocukları görüp de. Normalde müzeler ücretsiz; ama akvaryum kısmı için az bir ücret ödenmesi gerekiyor. Akvaryum müzenin bodrum katında yer alıyor. Girişinde bebek arabalarını bırakabileceğimiz bir park alanı da mevcut. Ceket ve çantalarımızı da arabaya tıkıştırıp su dünyasına attık kendimizi.
Akvuryuma girişte su dolu deniz yıldızı tankını gören Alaz çok sevindi. ‘Elle elle’ diyerek babasının kucağından havuza elini uzattı. Elbette havuzlara el sokmak yasak. Alaz’ı yere bıraktık kendi gezinsin diyerek ve o tanktan bu tanka koşuşunu ve coşuşunu izledik. Önce kurbağalara baktık, sonra balıklara. İlk etapta dev havuzda büyük balıkların kendine doğru yüzdüğünü görünce ürktü, bana gelip sarıldı. Sonra beraber yaklaştık havuza ve elimizi sürdük camına. Dedesinin tuttuğu balıkları korkmadan ellemişti, şimdi bunları yadırgaması beni şaşırtı; ama birkaç dakika sürmedi balıklarla ve akvaryumlarla kaynaşması.
Dört gözlü balığı gördükten sonra Fiji kayalıklarının canlandırıldığı tanka ilerledik. Fiji Adaları’ndan getirilen balıkları ve kabukluları izledik uzun uzun ve hayran hayran. Akvaryumun tam karşısına oturmak için bank koymuşladı zaten. Sabahtan akşama dek izlese sıkılmaz insan! Rengarenk balıkların arasında Nemo da vardı, palyaço balığı yani. Diğerleri fosforlu renkleriyle ortada dolaşırken, Nemo köşelerde saklanan bir balıktı, utangaç belli ki!
Daha sonra Fiji Adaları’ndan İngiltere adasına geçtik. Gri ve kahverengi kayalarla dolu havuzların içinde yine irili ufaklı gri tonlarında balıklar gördük. Havuzların dışında da sahte kayalıklar olduğundan çocuklar balıkları yakından görmek umuduyla kayalara tırmanıyordu. Diğer tankların önünde İkea’da satılan basamaklardan vardı, boyu kısa olanlar da havuzlara yetişebilsin diye. Çok akıllıca değil mi? Ardından denizatıyla tanıştırdık Alaz’ı. Kitaplardan biliyordu; fakat gerçeğini görünce afalladı. Üstelik danslarını izlerken bizim bile ağzımız istemeden açıldı. Ne güzel bir hayvandı!
Bir sonraki durak İngilizcesi jellyfish olan, ki bana göre denizanasından daha insancıl bir isim, işte onların yüzdüğü tanktı. Arka fonu mavi dizayn etmişlerdi ve ilk kez bu yaratıklara hayranlıkla baktım, önlerinden ayrılamadım, yüzüşlerini izlemekten kendimi alamadım. Alaz da tabii ki ‘elle elle jelifiş’ diye ortalıkta bağırıyordu gelen geçen çocuklara.
İngiliz göllerindeki balıkların sergilendiği bölümde çocuklar için bir masa hazırlanmıştı üzerinde birçok kağıt ve boya kalemi olan. Gördükleri balıkların resmini yapıyorlardı her yaştan çocuk. Alaz geri kalır mı? Hemen aldı eline kalemi kağıdı 🙂 Babasıyla birimiz onun başında dururken diğerimiz baktı kurbağalara ve larvalarına.
Dönüp dolaşıp giriş nokrasına geldik. Süngerler ve deniz yıldızları tankları arasından ki pembesini ilk kez görüyordum, akvaryum bölümünden çıkışa gittik.
Müzede birçok bölüm vardı, müzik aletlerine bakalım dedik akvaryumun çıkışında olduğundan. Dünya’nın farklı bölgeleri için bebeklikten olgunluğa doğru kullanımına göre sıralamışlardı enstrümanları. Hatta bebekler için ilk müzik aleti çıngıraktı. Çıngırağın müzikle bağlantısı olduğunu hiç düşünmemiştim daha önce. Ses geçirmez bir oda hazırlamışlar ilginç ve farklı müzik aletlerini özellikle vurmalıları sergilemişlerdi ziyaretçiler denesin diye. Elbette başta babası ve ben deniyorduk her aleti tek tek, sonra da ‘Alaz, haydi gel bak bu neymiş, bak vur buraya, aaa nasıl ses çıkıyor duydun mu?’ diyorduk sürekli. O günden beri zaten çocuk bana ‘duydu duydu’ diyor 🙂
Bir an için Alaz’dan gözümüzü ayırdığımız vakit, ağzını bir köşeye çarptı. Başladı mı ağlamaya. Farkettik ki yemek saati de gelmiş, e yordu tabii akvaryum da. Koşa koşa çıktık müzik bölümünden kafeteryaya attık kendimizi. Her masa dolu, büfe önünde kuyruk. Neyse ki az bir süre bekledik sıra bize geldi. Mama sandalyesi de bulduk bir tane. Alaz’ı ve kendimizi doyurduk. Canlanmıştı bizim yaramaz yemeklerini yiyince.
Fotoğraf sergisine de gözatalım gelmişken dedik ve oradan kendimizi çocuklar için hazırlanmış bir bölümde bulduk. Bir yandan adamlar ne güzel yapmış diye düşünürken bir yandan da biz de çocukken böyle müzeleri gezseydik acaba yine aynı insanlar mı olurduk diye sorgulamadan edemedik kendimizi karı-koca. Arıların nasıl bal yaptığını canlı arı ve peteklerle anlatıyorlar. İçinde fare bulunan dev bir cam fanus var diğer köşede. Küçük böcekleri camdan kapsüllere yerleştirmişler mikroskopla bakmak için. Gerçek boyutta hayvanları doldurmuşlar cam ardına koymuşlar tüm detaylarıyla. Hesap makinesi vardı bir bölümde üremeyle ilgili basit matematik işlemleri için. Alaz’ı oradan ayırmak güç oldu, üstelik yan kısım doğal tarih bölümüydü. Başka bir gün tekrar gelip bu kısmı da gezelim diyerek ayrıldık müzeden Alaz’ın uyku saati gelmiş de geçmişti bile. Üstelik komşunun bebeğinin doğumgününe davetliydik akşamüzeri. İstemeyerek de olsa müzeden ayrıldık. Zaten bu ülkede hangi müzeyi bir günde gezip bitirdik ki şimdiye dek? Öyle çok sergilenen nesne var ki müzelerinde insan canı sıkılmadan saatlerce gezebilir. İlk geldiğim sene az dolaşmadım o Londra’nın dillere destan müzelerinde.
Alaz’ın Tahtakuşlar’dan sonra ilk müze gezisiydi Londra’da. Başarıyla tamamladı diyebilirim. Londra müzeleri bekle bizi geliyoruz bu kış! Natural History Museum (Doğal Tarih Müzesi), Science Museum (Bilim Müzesi), British Museum (İngiltere Müzesi), Transport Museum (Ulaşım ve Ulaştırma Müzesi), Tate Modern ve diğerleri…