Başlığa bakıp bir George Orwell yazısı sanmayın. Geçen haftasonu Londra merkeze gidip bir müze, bir park gezelim, Thames Nehri kıyısında yürüyelim diye niyetlendik. Olmadı! Pazar günü hattımızdaki tren yolları bakıma alınmış. Londra’ya gitmek için en mantıklı ve hızlı yol tren opsiyonu. Ben de hazır giyinip kuşanmışız, güneşli İngiltere havasını bulmuşuz, Time Out London internet sitesine baktım o haftasonu için çocukla neler yapmayı öneriyorlar diye.
Onlarca öneri içinden Surrey Docks Farm (Surrrey Rıhtım Çiftliği) hoşuma gitti o an. Alaz ve babası da onaylayınca, atladık arabamıza, çıktık yola. Çiftliğe varmamıza 10 dakika kala Alaz sızdı. Biz de rahat rahat dolanarak park yeri aradık. Yarım saat kadar uyumuştu. Uyandırınca, ‘Parka geldik!‘ diye sevindi. Güneşe aldanmayıp sıkı sıkı giyindik ve girişi ücretsiz olan Surrey Docks Farm’ın kapısından içeriye girdik.
Etrafta Alaz yaşlarında çocukları olan bir çok aile vardı. Demek ki buraya gelmekle doğru seçimi yapmıştık. İlk olarak domuzların bulunduğu bölüme gittik. Alaz, her zamanki gibi, önce ürktü ve elimizi sıkı sıkı tuttu. Yanlarına yaklaşmak istemedi. Biz de zorlamadık. Kucağımıza aldık, gösterdik. Çıkardıkları sesleri taklit ettik ve ‘Bak mama yiyorlar, bak uyuyorlar‘ gibi tanıdık cümleler kurduk.
Diğer yönde eşekler kendilerine ait çayırda koşturup birbirleriyle oynuyorlardı. Bu bölümde uzun tüylü iki dişi eşek ve bir siyah minyatür Shetland Pony (midilli gibi küçük at) vardı. Shetland Pony, İskoçya’nın Shetland Adaları’na mahsus bir tür ve zor koşullara da oldukça dayanıklı bir cins at. Üstelik çok da sevimli bir görüntüsü var. Ardından ineklere bakmaya gittik. Yemekle o kadar meşguldüler ki kimseye pas vermediler. Tam o sırada pempe bebek domuzlar çıktı yuvalarından. Herşeyin küçüğü güzel diye boşuna dememişler 🙂
Çiftliğin orta yerinde açık bir alan var. Keçi, tavuk, horoz, koyun türü hayvanlar serbestçe geziniyor. Dileyen ziyaretçiler de o bölgeye girip hayvanlara yakından bakabiliyor. Bebek arabalı ailelerin bile içeriye girdiğini görünce, tehlike olamaz diye düşünerek biz de kapıdan girdik. Keçiler çantama, montuma yemek var mı diye yaklaştı birkaç kez. Alaz oldukça ürktü; ‘No, gelme! No!‘ diye haykırdı yanına gelen keçilere. Kendi boyundan büyük hayvanlarla yanyana olmak epey ürkütücü olsa gerek henüz 19 aylık bir çocuk için. Biz de elinden tuttuk, gerekirse kucakladık. Diğer çocukları işaret edip korkulacak birşey olmadığını anlattık. Zaten tüm hayvanlar, çocuklara ve insanlara karşı dostça bir tavır sergiliyordu. Hatta kimi çocuklar sarılıyordu keçilere ve koyunlara. Alaz’ın onları görmesi bile birşeydi.
O bölgeye girmemizin tek kötü yanı ayakkabılarımıza hayvan pisliği bulaşması oldu 🙂 Çiftlikte her köşede ‘Ellerinizi yıkayın!‘ tabelaları asılı. Çitlere dokununca, eve gitmeden önce, yemek yemeden önce elleriniz temiz mi diye ikaz etmişler sık sık. Alaz tavukları gösterip, onların yanına gitmek istedi. Ya boyu boyuna uygun diye, ya da Burhaniye ve Bodrum tatillerinde onlardan çok gördü diye.
Tabii bu arada Canary Wharf gibi, Dünya’nın en bilindik iş merkezlerinin ve ünlü bankaların gökdelenlerinin bulunduğu manzaraya karşı bir hayvan çiftliğinde bulunmak enterasan bir duyguydu. Düşünebiliyor musunuz Etiler’de Kanyon yanında bir çiftlik?
Alaz’ın korkmaması için elimizden geleni yaparak, örneğin diğer çocukları göstererek ve Alaz’ı hayvanlara dokunması için zorlamayarak, o bölgeden çıktık. Hemen ellerimizi yıkadık. Ördek ve kazların bulunduğu göle gittik. Alaz onlara pek ilgi göstermedi, ne de olsa neredeyse her parkta ördek olduğundan yeterince ilgisini çekmedi. Çalışanlardan birinin polarına gizlenen bir gelincik, sansargillerden bir hayvan gördük. Ufacıktı ve krem rengi tüyleri vardı. Çevikliğiyle çiftlikte çalışan bayanın boynundan içeri giriyor bir kolundan çıkıyordu. Meğerse iki senedir o bayan ilgileniyormuş Albert ile 🙂 İlk doğduğunda avucunun içinde uyutmuş onu. Alaz’a dönüp ‘Bak, aynı sen!‘ dedim.
Çiftliğin nehir girişindeki kapısına çıktık. Tam Thames Nehri kıyısında, Canary Wharf karşısında, milyonlarca sterling değerindeki evlere komşu, haliyle ilginç bir konumdaydı bu çiftlik. Nehri farkeden Alaz ‘Deniz, pata pata!‘ diyerek üzerimize tırmandı görmek için.
Nehir kıyısından, London Bridge yönüne doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Alaz da yayalara açık olan, çoğu insanın spor yaptığı, koştuğu ya da çocuklarıyla yürüdüğü yolda özgürce takıldı. Dilediği yerde durdu, dilediği taşı elledi. Kucağa gelmek isteyince biz koşturduk, ‘Yakala!‘ dedik. Zaten genelde aklı fikri pata pata dediği yolcu botlarında ve üzerimizde durmaksızın uçan helikopterlerde olduğundan bizi aramadı bile. Hatta öğle yemeği saati geçtiği halde acıkmadı.
Thames’in nehir yatağına iniş yasaktır genelde. Gel-git olayının gün içinde görüldüğü Thames Nehri’nde sabah akşam çok farklı olur su yüksekliği. Sabaha karşı 2 ile sabah 9 arasında 4 metre oynar su yüksekliği. Öğleden sonra yine alçalır, 3 gibi 190cm seviyesine iner; ama akşam 9’da 550cm’e yükselir. Bu nedenle nehir kıyısına inişler yasak ve tehlikelidir merkezde. Bizim gezindiğimiz kısımda, Thames in Rotherhithe, demir kapıyı açık görünce ve aşağıda birkaç ailenin bulunduğunu farkedince, biz de merdivenlerden yaklaşık 6-7 metre indik. Yatağın dibi çakıl taşları ve kumla dolu. Gerçi bir kısmında fotoğraf çekeyim diye balçığa batmadım da değil! Biraz oyandık, Alaz’ın taşlarla oynamasına fırsat verdik ve sonra öğle yemeği için çiftliğin kafesine gittik.
Çocuk dostu çiftlikte, çocuk dostu kafe vardı; Frizzante. Ev yapımı yiyecekleri, çocuk menüsü ve çifliği gezmeye değil sadece yemeğe gelen müşterileri bile var. Hatta çoğu protein deposu olan ‘Full English Breakfast‘ tercih ediyordu. Alaz da etraftaki çocuklar sayesinde umduğumdan fazlasını yedi.
Yemeğin ardından keçi besleyen aileleri farkettik. Ufak bir kese kağıdı içinde 1 GBP karşılığında yem satılıyor hayvanları beslemek isteyenlere. Alaz’ın hiç oralı olacağını düşünmemiştik. Fakat yanımızdaki bir ailenin elleriyle keçileri besleyen 3-4 yaşlarındaki çocuklarını görünce, Alaz da yavaştan keçinin tüylerini okşamaya başladı. Ardından da elini keçinin ağzına götürüp, keçiyi besliyor gibi yaparak çocukları taklit etti. Bunu gören babası hemen koşup biraz yem satın aldı ve Alaz’la birlikte keçileri beslediler. Hayvanlar Alaz’ın avuçiçini yaladıkça Alaz gıdıklanıyor, kahkahalar atıyordu.
Bilmem kaçıncı kez ellerimizi yıkadıktan sonra arıların olduğu bölümden hızla geçip beyaz hindilere geldik. Bağırışları pek hoşuna gitmeyince çıkış kapısına yürüdük. Elbette çıkmak istemedi. Tekrar domuz ve eşek bölümlerini dolaştık. Çamura bulanmış puset tekerlekleri ve çizmelerin yıkanması için ayrılan yerde, Alaz’ın çizmelerini yıkadık. Tekrar kapıya yöneldik. Yine ayrılmak istemese de sonra yine geleceğiz deyip konuyu dağıttık. Uzun uzun baktı, kapının önünden ayrılmadı epey. Alaz biraz daha büyüsün, seneye mesela tekrar gideriz. Aynı mekanlardan her yaşında farklı deneyimler yaşayacağı kesin.
Surrey Docks Farm, haftanın her günü açık. Genelde gönüllüler ve öğrenciler çalışıyor. Canada Water en yakın metro durağı. Londra civarında yaşayanlar, Londra’nın kalbindeki bu parkı görmeli. Özellikle de çocuklu olanlar.