Luton adını duyunca ilk aklıma gelen Londra’ya hizmet eden Luton Airport sonra da Luton Airport Parkway istasyonu. Luton’a ancak uçağa binip gitmek veya uçaktan inip eve gelmek için uğramışızdır şimdiye dek.
Alaz’ın babası Luton’da kısa süreli bir işi olduğunu söyledi. Luton’da birkaç dakikalık iş, bizim sadece tek yön için 2 saate yakın araba kullanmamız demekti. ‘Gitmişken günü orada geçiririz, civarda ne var ne yok sen araştırıp bulursun‘ dedi. Güzel mi güzel günübirlik göreceğimiz yerler buldum. Lakin, açıkhava atraksiyonlarıydı hepsi. Bizim gideceğimiz günse hava sıfır derece, soğuktan donulası ve muhtemelen yağmur ve rüzgar eşliğinde güneşsiz bir gün olacaktı. Şu güzel opsiyonları eledim:
- Chilterns Gateway Centre, uçurtma uçurmak, yürüyüş yapmak ve Aylesbury manzaralı piknikler için muhteşem bir yayla.
- Dunstable Downs, muhteşem manzarasıyla hem profesyonel hem de avare yürüyüşçüler için biçilmez kaftan. Piknik örtüsünü ve uçurtmasını kapan aileler soluğu bu mekanda alırmış.
- ZSL Whipsnade Zoo, 2500 türden fazlasına ev sahipliği yapan dev bir hayvanat bahçesi. Giriş ücretli.
- Fancott Miniature Railway, çocuklar için mini bir trenyolu. Dairesel bir tur atıyor oyun parkları etrafında. Kış sezonunda kapalı.
- Mead Open Farm, bir çiftlikte olması gereken herşey var, hatta daha fazlası; çocuklar için açık ve kapalı oyun parkı.
Birbirinden keyifli bu açıkhava aktivitelerini eledim ve
Stockwood Discovery Centre‘da karar kıldım. Yolculuğun ilk dakikalarında Alaz’ın sevdiği şarkıları çaldık; biri Monkey Music dersinde verdikleri cd, diğeri de
Banu Kanıbelli‘nin çocuk şarkıları. İlk bir saat uyumayıp etrafı izlese de yolun sonuna doğru, baktı ki yolculuk bitmiyor, pes edip uyudu.
Önce babasının işini hallettik, ardından
Stockwood Discovery Centre‘a vardık. Otoparkın yanıbaşında at binme yeri vardı; fakat sabah saatleri olduğundan hava öyle soğuktu ki koşa koşa binaya girdik. Farkettik ki, bu keşif merkezi, geniş bir bahçe içinde birbirinden bağımsız tek katlı binalardan oluşmakta. Yani umduğumuz, Londra’da gördüğümüz gibi bir müze değildi.
İlk olarak
The Mossman Collection galerisine girdik. Büyük bir kısmında, George Mossman’ın hayatı boyunca kullandığı, satın aldığı, tamir ettiği at arabaları sergileniyor. Hatta bunların bir kısmı
Ben Hür ve
Chitty Chitty Bang Bang gibi filmlerde yeralmış. Farklı amaçlar için kullanılan her biri birbirinden değerli at arabaları sergilenmekteydi; Royal Mail arabası (İngiltere ptt’si), sütçü arabası, cenaze arabası, kraliyet mensuplarını omuzlarda taşıyan bir araba, bira satan araba, düğün ve kalabalık misafirleri taşıyan araba, içinde uyunabilen ev şeklinde araba (
Bördübet Amazon Club‘ta böyle bir arabada kalmıştık. Gerçi Amazoncular onu çingene arabası olarak adlandırmışlardı), vs… Her biri özenle korunmakta. Bazılarına binilip içinin görülmesi için merdiven konulmuş.
Yine aynı galeride, eskiden günümüze kullanılan bebek eşyaları sergilenmekteydi ‘From Small Beginnings Come Great Things‘ adı altında. Kraliçe Elizabeth‘in 1927’de henüz küçük bir prensesken anneannesiyle çekilmiş bir resmi de yeralmakta. Camekanda sergilenen bebek eşyalarından bana en ilginç gelen eski biberonlardı. Yatay bir cam şeklinde, labaratuvar deney aletlerine benzeyen biberonlar… Eskiden taa 1800’lerde kullanılan seramik biberonlar (1) yeterince iyi temizlenemediğinden bebek ölümleri oldukça fazlaymış. 1930’larda camdan üretilen ve sterile edilebilen muz şeklindeki biberonlar (4, 5) sayesinde neslimiz sürüyor. Aynı yerde 1800’lerden kalma mercandan ve kemikten yapılmış diş kaşıyıcı ve çıngırak ile 1950’lerden bezden bebek bezi ve rakibi modern kullan-at tarzı bebek bezi sergilenmekte.
Diğer camekanda da 1800’lerdeki bebek kıyafetlerinden örnekler vardı. Yazının başındaki resimde görüldüğü gibi o zamanlar bebeklerin vaftiz törenlerinde giydikleri giysi sergilenmiş. Ardından Alaz’la birkaç at arabasına binme deneyimi yaptıktan sonra, öğle yemeği için kafeterya aramaya koyulduk.
Alaz’ın yemek saati, genelde her çocuğun yemek saati olduğundan kafeterya oldukça meşguldu. Tabii ki her masada en az bir çocuk vardı ve bu da Alaz’ın çok hoşuna gitti. Çocuklara arada laf atıyor, onları izliyordu dikkatle. Yemek sonrası pek çok aileyi birkaç at, kaydırak ve tırmanma-yuvarlanma oyuncakları bulunan parkta gördük. Oyuncakların tümü tahtadandı ve yerler talaşla veya yumuşak plastik bir malzemeyle kaplıydı.
Yağmur yağmamasını ve Alaz’ın hareketliliğini fırsat bilip bahçenin bir kısmını turladık. Maydonoz, kekik tarzı baharatlar için hazırlanmış bir bahçe,
medicine olarak adlandırılmış şifalı bitkiler bahçesi ve birkaç sera vardı.
Geri dönüşüm (composting) için ayrılmış bölümler vardı. Birçok bilgilendirici tabelalar geri dönüşümün faydalarını, sürdürülebilirliği yani doğal kaynakları nasıl daha verimli kullanabileceğimizi gösteriyordu. Konu dışı, ama
İngiltere’de çöpleri dört farklı yere ayırıyoruz evlerde ve belediye görevlileri ona göre topluyor. Mesela, yeşil kutuda plastik ve camlar, siyah kutuda kağıtlar biriktiriliyor. Kompost olabilen organik atıklar için, genelde yiyecek artıkları oluyor bunlar, ayrı bir çöp kovamız var. Hiçbirine uymayanlar için de gene ayrı başka bir çöp bidonu var. Bunlar ayrı günlerde ayrı merkezlerde toplanıyor. Umarım çevreye verdiğimiz rahatsızlığı az da olsa gideriyoruzdur böylece…
Period Gardens dedikleri kısımda, İngiliz, İtalyan ve Hollanda örnek bahçeleri hazırlanmış. 1800’lerden kalma bir köşk bahçesini geziyormuşsunuz gibi.
Sensory Gardens, çeşitli kokular, sesler, parlak renkli çiçekler ve dokunma yardımıyla değişik bitkileri öğretiyor çocuklara. Çok üşüdüğümüz için asıl büyük bahçeyi gezemedik. Ayrıca Alaz’ın bez değiştirmesi de gerekiyordu. Neyse ki çocuk dostu bir yer olduğundan bez değiştirme odaları da mevcuttu.
Bahçede üşüdük ve ısınmak için hediyelik eşya satan bölüme girdik. Yüzlerce oyuncak içinden bir saatte çıkamadık oradan… Dönüş yoluna geçeceğimizi farkeden Alaz arabaya binmek istemedi. Babası koşuşturan atları ve at binmeye gelen çocukları izlettirdi biraz. Gün bitti soğuk bitmedi derken evin yolunu tuttuk. Alaz birkaç kilometre sonra uyumuştu bile. Biz de Londra’yı baştan başa geçelim derken trafiğe takıldık dönüşte. Ne kalabalık bir şehirmiş şu Londra merkez!