Thomas tren çılgını minik oğlumuzu London Transport Museum (Londra Ulaşım Müzesi) paklar diye düştük yola. Trene binmek üzere yola çıktığımız andan itibaren yüzünden etrafa yansıyan mutluluğu babası ve beni de gülümsetiyordu. Hatta trende karşımızda oturan yaşlı çifte bile yanımızdan geçen trenleri işaret edip ‘Başka tren, oo başka tren!‘ diye seslenince onlar da yirmi dakikalık yol boyunca Alaz’dan gözlerini alamadılar. Son durak Charing Cross’da inip Covent Garden‘a yürüdük.



Müze, Londra’da girişi ücretli olan nadir müzelerden. Zaten dünyanın en pahalı toplu taşımacılığı olan bir ülke olduğundan bu durum bize garip gelmedi. Trenle seyahat edenlere %50 indirim uyguluyorlarmış. Ondan faydalandık. En güzeli ise verilen müze giriş ücretiyle bir sene boyunca müzeyi sayısız kez ziyaret etme şansımız var. Günün sonunda bu müzeye her ay bir kez gelmemizin şart olduğunu, Alaz’dan ötürü anladık…


Çocuklara üzerinde müze haritası bulunan ve pullar toplayabileceğimiz noktalar işaretlenmiş kartlar veriliyor. Alaz’a da bir tane verdiler. Başladık girişten itibaren pul toplamaya. İşin enteresanı biz Alaz’dan daha heyecanlıydık bu pul toplama konusunda 🙂 Üzerimizdeki ceketleri, katlanabilir pusetleri bırakmak için bir vestiyer var hemen girişte. Ardından oklarla, müzeyi gezmek için izleyeceğimiz yollar belirtilmiş. Zaman makinası gibi tasarlanmış bir asansöre binip, zamanı geri sarıp 1800’lerin taşıtlarının olduğu üst kata çıktık. İlk Omnibus sergileniyordu. George Shillibeer, Paris’te gördüğü bu arabaları ilk olarak Paddington ve Bank arasındaki ulaşımı sağlamak için kullanmış. Ardından birçok kopyaları çıkınca şirketi batmış ve borçları yüzünden bir süre hapse bile girmiş. Atlara iyi bakılmadığı takdirde ulaşımın aksayacağını bildiklerinden, atlar en iyi yiyeceklerle beslenirmiş ve hastalanmamaları için sık sık veterinere kontrol ettirilirmiş. At arabalarının arasındaki pulumuzu da kartımıza bastırıp ilk trenler arasında dolaşmaya başladık.


19. yüzyılda ilk tren yolları inşa edilmiş. Öncelik Londra içine değil, merkezden şehirdışına verilmiş. 1850’lilerin ortalarında daha çok istasyon açılmasıyla günde 27 bin yolcu şehre gelir olmuş. Bu rakam omnibus ve yürümeyi tercih edenlerin sadece %10’uymuş. Günümüzdeyse metro ve tren günde 1.1 milyon kişiyi bir yerden bir yere taşıyor Londra’da. Bu sırada birkaç pul daha topladık ve alt katta otobüsten otobüse koşturan çocukları izledik. İlk trenlerden birinin içine oturup dinlendik. Bu arada Alaz’a meyve yedirdim. Henüz gezilecek çok yer vardı önümüzde. Öğle yemeği ve uykusu saatleri kayacaktı biraz.


Yeraltına döşenen ilk raylı sistemle ilgili maketlere baktık. Bu inşaatlar hemen hemen elle yapılmış ve beklenenin altında kazalar görülmüş. Hala Londra metrolarının bazı güzergahlarında o zamanlarda yapılmış tüneller kullanılmaktaymış. 






2013’te Londra’da ulaşımın 150. yılının kutlanması nedeniyle, bazı duvarlarda valiliğin 2063 yılı için hazırlattığı afişler sergiliyordu. 2063’ü göremeyiz belki; ama metro, tren ve otobüs duraklarında hangi afişlerin asılacağını görmek güzel. Hepsi birbirinden akıllıca dizayn edilmiş o güzel afişlerden alıp da evime asmak isterdim.




Bazı metro ve tren vagonlarında o araçların kullanıldığı döneme ait insanları gösteren cansız mankenler vardı. Alaz pek ayırt edemedi gerçek mi insanlar diye! Hatta bazısından ürktü diyebilirim.






6-11 yaş arası çocuklar için ayrılmış oyun alanına daldık. İki katlı otobüsün bir kısmını çocukların ‘sürüyor gibi yapması’ için ayırmışlar. Alaz durur mu? Hemen şöför koltuğuna geçti. Bir de ‘Düt düüt!‘ diye bağırıyordu ki sanırsın gerçekten otobüsü o kullanıyor! Zor da olsa koltuktan indirdik sıradaki diğer şöför adayı çocuklara yer vermek için. Bir dolap hazırlamışlar; otobüs şöförü kıyafetleri var. İsteyen alıp deneyebilsin diye. Okul çağındaki çocuklara yönelik bölüm olduğundan birkaç soru-cevap şeklinde hazırlanmış panolar da vardı.




Ardından alt kata indik. İner inmez de 6 yaş altındakiler için hazırlanmış oyun alanının ortasında bulduk kendimizi. Alaz sanki bilir gibi geçti masaya, aldı eline oyuncak tren vagonlarını, daldı oyuna. Birkaç çocukla oyuncak çekiştirme olayı başlayınca yemek molası verelim dedik. Tabii ki bu kararımız hiç hoşuna gitmedi. Neyse ki oyun alanının hemen yanındaydı kafeterya. 






Etrafta birçok çocuk, oyuncak ve hareket vardı, yemek en son aklından geçendi heralde. O karmaşada ancak bir tüp yoğurt yedi. Sonra tekrar oyun oynamaya koşturdu. Oyuncak otobüsleri sürdü, trene bindi, treni sürdü, deniz motoruna bindi indi bindi indi… Ordan oraya koşturdu. Bekledik, bekledik çok bekledik oyunu bitsin diye. O sırada bu bir senelik biletin hakkını vereceğimi anladım.








Az ilerde eski iki katlı otobüsler vardı ikinci katına da çıkabileceğimiz. Onlara bineceğiz diye oyun alanından dışarı çıkardık. Minicik, daracık, dik merdivenleri tırmandık. Eski insanlar pek bir çıtı pıtıymış.



Aşağı inince tekrar oyun alanına koşturdu. Bu kez başka trenlere bineceğimizi söyleyip oradan uzaklaştık. Eski mi eski bir tren vagonu bulduk kendimize. Bir indi bir çıktı, durmadan da konuşuyordu ‘Kapı açıliuoo, kapı kapaniuo‘ diye. Yorgunluk belirtileri başlamıştı. ‘Trene bindi, trenden indi‘ diye diye bir yarım saat de orada geçirdik. Sonunda babası kucaklayınca bastı çığlığı.




Metro tünelleri kazan heykelden işçileri gösterdik. Düğmelere basıp maket metroları hareket ettirdi. Ardından maket asansörleri bir aşağı bir yukarı gönderdi. Yavaştan günümüze gelmiştik artık ulaşımda: İki katlı otobüsler, Londra’nın simgesi siyah mini taksiler ve Londra’nın bilindik köşelerinde gördüğümüz bisiklet kiralama noktaları ve bisikletler. Bu kısımda bir alan bebek arabalarını parketmek için ayrılmıştı. 




Piknik yapmak için ayrılan bölümde tuvaletler de yeralmakta. Alaz’ın altını değiştirmek için aile odası sırasında bekledik biraz. Alaz da merdivenlerden tırmanıp duvardaki resimlerle oynadı o sürede.


Ardından Alaz’ı daha fazla yormadan giydirip bebek arabasına yerleştirdik. Haritadaki tüm noktalara uğrayıp kartına pul bastırmıştık. Çıkışa doğru ilerlerken geleceğin toplu taşıma araçları için hazırlanmış prototipler gördük: Sürdürülebilirlik ve çevre koruma adına ‘paylaşılan‘ ve ‘kendi kendine gidebilen araçlar‘.




150. yılın anısına, 1863 Ocak ayında ilk kez kullanılmış buharlı tren, 2013 Ocak ayında metro hatlarında kullanılmış. Nasıl olmuş da biz kaçırmışız bu muhteşem olayı? Eve, işe gitmek için metro bekleyenler eski buharlı treni görünce nasıl şaşırmışlardır kimbilir?




Çıkış, her müzede olduğu gibi hediyelik eşya dükkanındandı. Alaz bebek arabasında gözlerini ovuştururken, raflardaki Thomas the Tank Engine adlı çizgi film kahramanı trenleri görmesin istedik. Tabii babası ve ben Thomas’lı tabaklara, çantalara, oyuncaklara bakarken farkettik ki Alaz çoktan uyumuş. Dışarıda yağmur başlamıştı. Eski afişlere bakarken ‘Hazır Alaz da uyuyorken nereye gitsek?‘ diye düşünüyorduk.




Biz sabah 11 gibi varmıştık müzeye ve günlerden Cumartesi olmasına rağmen 5 dakika bile beklememiştik sırada. Fakat çıkarken saat 3’e geliyordu ve bilet kuyruğu kapının dışına taşmıştı bile. Gideceklere uyarımız olsun…


Yazar

6 Yorum Var

  1. Çook güzelmiş müze! Hiç aklıma gelmezdi ingiltereye gidip böyle bir müze gezmek, iyi ki yazdınız 🙂

    • Değil mi? 🙂 Ben de yıllardır buradayım ilk kez oğlum görsün diye gittim. Çocuklar işin işine girince farklı bir anlam kazandı müze gezileri de 🙂

  2. bizimkide tren thomasi cok seviyor eger londra'ya bir dahaki gelisimizde arda'da olursa bu muzeye gitmek sart cunku cok keyifli gorunuyor:)

Yorum Yaz

Pin It
Bu sitedeki tüm içerikler Digital Millennium Copyright Act ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu'na istinaden koruma altındadır. Buradaki hiçbir içerik (Yazı, Fotoğraf, Video vb.) site KULLANIM ŞARTLARI'nda da belirtildiği üzere izinsiz olarak kopyalanamaz, alıntı yapılamaz, başka yerde yayınlanamaz

© 2019 Tasarım Blogger Tasarım.