Bugün Cumartesi olmasına rağmen, oğlumla Londra’ya gittik. Senenin en sıcak gününü seçmişiz ya, neyse. Saat 2’yi geçiyordu uyandığında öğle uykusundan, 2:50 trenine yetiştik. Çok sevindi tabii trene bindiğinden.
Waterloo East istasyonunda indik bu kez. Devasa istasyona aşık oldu diyebilirim. Daha önce de orada bulunmamıza rağmen bu kez sanki farklı gözlerle, hayretle bakıyordu yürüyen merdivenlere, dizi dizi platformlara. Hatta bir ara uçağa bineceğiz dedi havaalanındayız zannedip. Demek ki aynı müzelere, parklara birkaç ay arayla gitsek her defasında farklı birşey bulacak.
Southbank Centre arkasında lokal bir market kurulmuştu. Onu gezip ön kısma, Thames Nehri kıyısına geçtik. İkimiz de sıcaktan bunalmıştık, evet Londra için bunu diyeceğim aklımın ucundan geçmezdi.
Queen Elizabeth Hall önünde çoluk çocuk mayosunu giymiş yerden fışkıran suların altına atıyorlardı kendilerini. Alaz da girmek istediğini söyleyince, tahmin edip de yanıma aldığım mayosunu giydirdim. Genelde okul çağı çocukları vardı ve çılgınlar gibi bağırıyorlardı. Elbette Alaz bu sesleri ve olayı yagırgadı, durdu, izledi. Arada bir taklit etmeye çalıştı. Kendini fıskiyelerin altına atacak kadar cesaretli olmasa da tamamen ıslanmıştı. Arada bir aklına ben geliyordum, şöyle bir arıyordu etrafta beni. Bulunca da yanıma koşup sarılıyordu, o sayede ben de serinledim. Geçen sene Boston’daki hali geldi aklıma. Kucağımda çıldırmıştı bu tarz yerden yükselen suları görünce, tabii o zaman emeklediğinden kucağıma alıp koşturmuştum sularda.
Giysilerini değiştirdikten sonra acıktığını söyledi. Öğle yemeği yemişti, akşam yemeği için erkendi. National Theatre önüne gidip nehre karşı oturduk. Yanımdaki atıştırmalıklardan verdim. Sonra binayı göstermek bahanesiyle tuvalete götürdüm. Ona sorsam hep yok! Çıkınca tiyatro önündeki kayaların üzerine tırmanan çocukları görüp denemek istedi. Eskiden sadece izlerdi, artık 2 yaşında diye olsa gerek, gördüğünü yapmaya da kalkıyor. Tabii ayakları kaydı, dik kayalara tırmanamadıç Sinirlendi. Yardım ettim, tekrar denedi. Kendi yapamadığı için morali bozuldu; ben de kucaklayıp onların büyük çocuklar olduğunu, onun da büyüdüğü zaman tırmanabileceğini anlattım. Olay öfke nöbetine dönmeden yatıştı. Bana gene yemek istediğini söyledi. Southbank Centre önündeki kafelere doğru ilerledik.
O sırada Queen Elizabeth Hall altındaki alanda kaykay yapanları göstereyim diyecektim; ama başka bir etkinlik gözümüze çarptı. Nehir boyunca metrelerce uzunlukta kum havuzu yapmışlardı. Tabii ayakkabıları çıkarıp en az bir yarım saat de kumlarla oynadık.
Sonra Queen Elizabeth Hall alt katında Festival Village’e doğru ‘Çocuklar için Beanotown’ diye bir ok gösterilmiş. Gidip baktık elbette. 75 yıllık ‘The Beano’ adlı karikatür dergisinin sergisi. Dennis the Menace gibi birçok ünlü eserleri var. Çocuklar için kafe, içecekler, yazıp çizme duvarı, masa tenisi, çizgi filmler falan birçok aktivite sunuyor. Alaz’ın yaşı onu anlamak için küçüktü, karnı acıkmıştı. Çıkıp Giraffe’a gittik. Çocuklu Aileler Restoranda yazımda da bahsettiğim bir yer. Alaz’la başbaşa dışarda ilk akşam yemeğimizdi. Daha yerimiz gösterilirken ‘Yemek nerde?’ diye sorunca başıma gelebilecekler beni endişelendirdi. Neyse ki, çocuk dostu restoran olduğundan, hemen boyalar, resimler falan geldi. Ben de çabucak ne yeyip içeceğimize karar verdiğimden servis de çabuk oldu. Hatta içeceğinden çıkan zürafa onu epey oyaladı yemek boyunca.
Yemeğin sonunda verdikleri uçan balon da hesap ödeme aşamasındaki bekle(yeme)me süresini kısalttı. Balona nasıl çiş yaptığını gösterelim diye yaptığımız tuvalet ziyareti ardından, trene binmek için istasyona doğru ilerledik. Dondurma arabasını görünce, sabahtan beri yinelediği ‘Anne yaşasın donduuma alabililiz aatık’ demesine karşı koyamadım. Yemeğini bitirdiği için dondurma da alındı; ama tabii ki yerlere, üstüne, ellerine aktı. Sonra bana verdi. Etrafla ilgilenmeye başladı. Sonuçta istasyona girerken ‘yemicem’ dediği için ben çöpe atınca, dondurma kıymete bindi, beline dolanmış iki uçan balonla bas bas bağırıp ‘Aza yicek, donduuma’ diye çığım çığım çığrındı (= Aydın yöresinden) O sırada yanımdan geçen bayan yardımcı olup olamayacağını sordu. Durum dışarıdan daha vahim görünüyordu demek! Neyse, Alaz’ı kucakladım ve trene yetişmemiz gerektiğinden bahsedip aklını başka yere çektim. Dondurma muhabbetini açtığında, eve gidince vereceğimi söyledim.
Peronda tren beklerken neredeyse kucağımda uyuyacaktı. Trende boncuk boncuk terledi. Sıkıldı. Kitap okudum, sorun çıkarmadı.
Eve yüyürken ‘Alaz ben seninle çok güzel bir gün geçirdim. Beni çok mutlu ettin. Sen de bugünü beğendin mi?’ diye sordum. ‘Azaz da beyendi’ dedi. İkimiz de duşun ardından bayıldık…
Not: Gezerken tüm gün şarkı söyledi; mırmırmır, lalalaala… Bazen sözleri de tutturdu, melodileri de. Bu da yeni moda!