Bu hafta Alaz’ın geçen seneki hallerini hatırlıyorum sürekli ve ne kadar çabuk büyüdüğünü farkediyorum. Tabii her anne gibi, ‘büyüme artık, yeter, birkaç sene böyle kal, kucağıma sığdırabileyim‘ diyorum. Kısacası Alaz bu hafta çok tatlıydı, kendi çocuğum diye demiyorum 🙂 Bakın neler neler yaptı?
Ufak tatil kaçamağı sırasında Alaz’ın deyişiyle Atatürk’lü parkta abilerle dönen oyuncağa bindi. Abi kavramı işin içine girince akan sular duruyor.
Çarşıda yerfıstığı gördük. Bayılıyor buna. İngiltere’de sincaplara götürüyoruz, kendi yiyor onlara vermemek için. Taze kavrulmuş bulunca hepimiz yedik.
Bir pata pata sevdasında daha denizlere dalar oğlum. Yalnız bu kez motor çalışsın istemedi. Pancar motorun çıkardığı gürültülü ses hiç hoşuna gitmiyor ezelden beri; ama bu kez tavrını koydu, ‘gitmiycez’ dedi. Hava nefisti; denize açılmadık, sahilde gezindik. Alaz bize bol bol şarkı söyledi.
Hergün evde bir zeytine gitme muhabbeti geçince, Alaz’ın hayali zeytine gitmek oluverdi. Elbette boynumuzun borcu, bir gün bu hayalini gerçekleştirdik. Sürülmüş topraklarda bir koşar bir düşer asfalt çocuğu ne de olsa.
Oturdu zeytin toplamaya. Bu yaş çocuklar için mükemmel bir aktivite açıkçası. Kalk-otur, getir-götür. Hava da güneşli ve ılık olunca zeytin toplamak hobi oldu.
Sırıkla zeytin dallarına vuran amcalara baktı uzun uzun. E biz çocuğa ‘ağaca, çiçeğe vurma uf olur‘ diye öğretmedik mi?! Genelde bu işte, erkekler sırıkla vuruyor, kadınlar yere yaygıları seriyor, düşen zeytinleri topluyor. Kadına daha çok iş düşüyor gene. Tabii bu arada benim de çocukluk anılarım canlandı.
Bir Şubat tatilinde sabahın karanlığında kaldırmıştı anneannem. Kalın kalın, kat kat giydirdi, gittik traktörle zeytin toplamaya. İlkokulda falandım, çok birşey hatırlamıyorum; ama çocuk için ne güzel bir özgürlük o koca alan, toprak, taş, sopa, ağaç. Tabii o zaman Şubat’ta toplanırdı, şimdi Kasım’da toplanıyor zeytinler. Küresel ısınma?!
Aşure ayıymış. Çok severim aşureyi. Sağolsun annem uğraştı, yaptı. Eline sağlık. Malesef Alaz benim kadar sevmedi.
Teyzesiyle un,tuz ve su karıştırıp hamur yaptılar. Sonra da balık üzerine balık. Şu akvaryum gezisi sonrası oluşan balık fobisi geçmedi henüz. Fakat kendi üzerine gidiyor, ‘motoz balii yapalım‘ diye.
Her gidişin bir dönüşü oluyor. Sabiha Gökçen’in Dışhatlar bölümündeki çocuk oyun parkına uçak yerleştirmişler. Alaz ba-yıl-dı.
Pilot oldu, ‘sayın yolcularımız uçağımız kalkıyor, lütfen kemerlerinizi bağlayın‘ anonsu yaptı. Bir de dönüp bakıyor, bağladım mı diye. Neyse ki bu oyun sayesinde uçaktaki kemer bağlama olayları sorunsuz oldu.
Üstelik uçağı kullandıktan sonra kaydırakla yumuşak minderlere düşüyorsun. Ben de uçağın tepesinde gezindim; ama kaydıraktan kayamadım, çok küçüktü…
Neyse ki uçağımız rötar yapmadan, kazasız belasız kalktı ve indi. Alaz da yol boyunca uyudu. İniş için alçalırken azıcık dürttüm de uyandı, yemek yedi.
Evimize geldiğimizde soğuk Londra bizi bekliyordu. Burnumu dışarı çıkaramadım iki gün. Yakındaki parka götürdüm, elleri dondu demirleri tutarken. Geçen seneki eldivenleri küçük geldi, blog yazmayı bırakıp biraz da alışveriş yapmalı. Bu kaydırakta tuttuğu demir de geçen sene kafasından yukarıdaydı, ayak uçlarına kalkınca zor değiyordu elleri. Ne çabuk büyüdü? 🙁
Tatil, aile ve gurbet bunalımını üzerimizden atalım diye yeni oyun alanı yarattım ona. Şimdi sürekli masasında toplantı yapıyor 🙂