Londra’nın baharı hissettiren ilk Pazar günü 9 Mart’a denk geldi. Sabah 7’de uyanan oğlumuzla kitap, oyun ve kahvaltı faslından sonra erken denilebilecek 9’da evden çıkmayı başarabilmiştik.
Tren ile London Victoria’ya vardık. Oradan yaklaşık 10-15 dakikalık bir yürüyüş ardından saat 10 gibi Hyde Park’taydık. Yanımızda hem Alaz’ın Mountain Buggy bebek arabası (doğa yürüyüşü için ideal), hem de balance bike denilen 2 tekerlekli denge bisikleti bulunuyordu. Yürüyüş esnasında sıcaklayınca, montlar da bebek arabasına yığıldı bir bir. İtiraf etmeliyim bazen elimde eşya taşımamak için bebek arabasını yanıma aldığım oluyor…
İlk kez kendi başına ağaçta |
Alaz bisikletinde, biz yürüyerek ağır ağır Serpentine gölüne ilerliyorduk. Hyde Park’ın enteresan ağaçlarında mola verdiğimiz, kah tırmanıp kah altına saklandığımız da oldu. Ağaçlar henüz yaprak vermemişti; ama rengarenk çiçekler ve pembe çiçek açan Japon kiraz ağaçları güne renk katıyordu.
Hyde Park’ın simgelerinden biri |
Önce ördekleri, kazları ve etrafında yürüyen güvercinleri farketti göle vardığımızda. Bisikletini de bebek arabasına yükledik ve su kıyısından yürüdük. Arada bir ördeklerin, kazların gazına gelip ben de yüzeceğim diyordu. Boat House önünde, bota binip binmek istemeyeceğini sorduk.
Mart ve Ekim ayları arasında Serpentine’de kayık veya pedallı bot kiralanabiliyor. Yetişkin ücreti 10GBP, 2 çocuklu 2 yetişkinli aile ücreti 30GBP. 3 yaşından küçükler ücretsiz. Babasının bu fikrini çok beğendi. Kayık yorucu olur diye pedallı bota binmeyi tercih ettik. Alaz cankurtaran yeleği takan genci uzun uzun süzdü ve karşı çıkmadan kollarını uzattı. Evdeki giyinme/soyunma olayında ortalığı ayağa kaldıran çocuktan eser yoktu. Bebek arabasını mağazanın kenarına bırakabileceğimiz söyledi görevli. Böylece bir saatlik göl turuna başladık.
Bota binince bir ciddiyet geldi |
Geçen sene bu aylarda, Alaz 20 aylıkken San Francisco Golden Gate Park’ta binmiştik bota en son. O gün Alaz pek hoşlanmamıştı sanki. Gerçi hepimiz jetlagli olduğumuzdan da öyle olmuş olabilir. Hyde Park’ta suya açılınca bir durgunluk geldi gene üzerine. Önce kucağımdaydı, sonra ön tarafa geçmek istedi. Suya elini sokmak istiyordu. Karadaki haline göre çok daha sakin ve sessizdi. Kıpırdak hali yoktu. İlk yarım saat, gölün batısına doğru ilerledik.
Bazen kıyıya yaklaştık, bazen yanımızda yüzen ördeklere. Gölün dibinde inek var mı diye sordu. Epeydir ineklerden ve inek sesinden hiç hazzetmiyor.
Serpentine Köprüsü’nün altından daha ileriye gidiş yasak. Oradan geri döndük. Yarım saat sonunda botta hareketi kısıtlanan Alaz kıpırdanmaya, ayağa kalkmaya başladı. Babasına yardım bahanesiyle dümene yön verme işini ona verdik.
Dümeni kaptı |
3 küçük çocuklu bir aile |
Boat House’a geri döndüğümüzde inmek istemedi. Fakat ayakları karaya basar basmaz üzerindeki şişme cankurtaran yeleğini çıkarmaya çalışıyordu. Hemen bebek arabasına bindi. Saat 11:30 olmuştu. Acıkmadığını, parka (kastettiği çocuk oyun parkı) gitmek istediğini söyledi. Göl kıyısından Magazine Gate’e doğru ilerledik. Parkın kuzeyindeki oyun parkına yürümek en az 15 dakikamızı alırdı, Alaz’ın parkta oynaması ve ayrılmamız ve en yakın kafeye gitmemiz en az bir saat. O sırada karnı acıkacak ve uykusu gelecekti. O nedenle park yerine önce yemeğe gitmek akıllıca olacaktı.
O sırada kumla döşeli at yolundan binicilik sporu yapanları izledik. Bir grup da çocuklardan oluşmaktaydı. Eylül’de Edremit’te binicilik sporunu deneme fırsatım olmuştu ve bayılmıştım. Alaz ise o zaman da, Hyde Park’ta da atlara pek sıcak bakmadı. Sanırım kendi boyundan büyük hayvanlar onu ürkütüyor.
Köprü üzerinden Serpentine |
Serpentine Köprüsü’nden geçerek gölün diğer kıyısına indik. Diana Princess of Wales Memorial Fountain, etrafı çitle çevrilmiş bir alanda daire şeklinde dönen bir su kanalının bulunduğu yerdi. Daha önceki gelişlerimizde hiç farketmemiştim burayı, çocuklu olunca çocuk sesleri ilgiyi çekiyor elbette. Havalar ısınınca Alaz’ı burada oynaması için getirmeliydim.
Daire şeklinde su kanalları |
Mart ayı olmasına rağmen, ayakkabılarını çıkarıp suya giren çocuklar vardı. Yemek saati geldiği için, Alaz suya yaklaştığı an girmek için her şirinliği – çılgınlığı – yapacağı için ve benim için henüz suya girme havası olmadığı için uzaktan bakıp geçmekle yetindik. Su kanalı yerine Alaz’ın dikkatini Isis isimli karabatak heykeline çevirdik.
Lido restoranda, bu güzel günde yer bulmak zordu. Bekleyen derviş misali, sonunda tam su kenarında bir masamız, elimizi uzatınca değeceğimiz kazlarımız oldu. Yemekler gelene dek herşey güzeldi. Fakat Alaz’ın elinde yiyecek gören kazlar, Alaz’a tıslamaya, yemek ver diye bağırmaya başladı. Ben ürktüm açıkçası çocuğun eline saldırırlarsa diye; ama Alaz ‘Hayır, bu benim yemeğim sana vermeyeceğim‘ diye onlara bağırıyordu. Alaz’a korktuğumu belli etmek de elin kazına güvenmek de olmazdı. Çaktırmadan oturduğu sandalyeyi adım adım kazlardan uzaklaştırdım.
Yüzeceğim dediği nokta |
Yemek ardından hala parka gidelim diye sayıklayan oğlumuza Lido’nun yüzme alanını gösterdik. Bu kez hırkasını çıkardı, ayakkabılarını çıkarmaya girişti. Yüzecekmiş! Havanın soğuk olduğunu, yaz gelince onu yüzmeye getireceğimi söyledim. Açıkçası ördeklerin de yüzdüğü bir su ne kadar temiz bilemiyorum, çevre mühendisi bir anne olarak verdiğim sözü tutmadan önce su kalitesi hakkında bir araştırma yapmam gerekir 🙂
Piknik, oyun ve uyku mekanları |
Rotten Row denilen, kumlu geniş atlara ait yolu geçtik çocuk parkına varmak için. Ne görelim? Çocuk parkında dozerler, parkı yerle bir etmiş. Yenisi yapılıyor. Neyse ki bisiklet ve dozer görmek parkı unutturdu.
Bu arada sabah ilk geldiğimiz zamana göre bisiklete binmesi epey ilerlemişti. Hatta bize şakalar yapıyordu, böyle otursam gider mi, böyle yaparsam gitmez mi diye. Alkış ve övgülerle Hyde Park Corner kapısına vardık.
Kapıya varınca bebek arabasında yerini almış, arkasına yaslanmıştı. Biz London Victoria tren istasyonuna doğru yürürken, gençler piknik sepetleriyle parka henüz gidiyorlardı. Çocuklu aile, çocuksuz gençlik farkı işte…
Parka gelmenin bizim için mi Alaz için mi daha yorucu olduğunu tartışıyorduk ki, Alaz uyumuş bile. Güneş ve temiz hava etkisi işte.
Ücretsiz tuvaletleri, şehrin göbeğindeki konumu, mangal yakmadan piknik yapabileceğimiz çim alanları, gölü, çiçekleri, hayvanları, at binme, su sporları ve Speaker’s Corner’da insanların özgürce fikirlerini söyleme noktasıyla her şehrin böyle bir parkı olmalı.
1 Yorum Var
Merhabalar.. Büyük Blog Takip Etkinliğinden Geldim. TAKİPTEYİM.
https://kadincada.blogspot.com/
Sizi de Kendi Bloğuma Bekliyorum. Sevgiler 🙂