Zürih Sokakları’nda isimli yazımda geçen kafede başımızdan geçen olayı anlatmadan edemem. Mutlaka kayıt altına alınmalı.
Cafe Zahringer’de oturduğumuz masayı Amerikalı iki çiftle paylaştık. Emekli olmuş, Hollanda’da yaşayan kızlarını ziyarete gelmiş bu 4 orta yaşı geçkin insan, bisikletle geziyorlardı Avrupa’yı. Değişik ülkelere uçakla gidip, o ülkeyi de bisiklet ile dolaşıyorlarmış. Amerikalılar muhabbet sever insanlar olduklarından uçaktan iner inmez buraya gelmişler. Bizi Zürih’te nereye gidilir, nerede – ne yenir gibi sorularıyla sorguya çekmeyi de ihmal etmediler. Elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık. Hatta bir ara konu İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmasına dahi geldi. Onlarla muhabbet ederken Alaz’ı susturmak için eline cep telefonu verdik; ama Alaz arada bir yarım yamalak İngilizcesiyle birşeyler söylüyordu masanın diğer ucundan.
Amerikalı grup gidince arka yan masada iki Türk bayanın oturduğunu farkettik. Daha doğrusu Alaz onlara dönüp kıkırdamaya başlamıştı. Merhabalaştık. Alaz da başladı anlatmaya ‘Annemin karnında bebek var, yapraklar dökülecek sonra kar yağacak sonra anneanne gelecek, sonra da Aleksa doğacak…!‘ diye. Oradan uzun burunlu tramvaylara bağladı. Bir ara Burhaniye’den gelip gelmediklerini öğrenmek istedi. Onlar ağızlarını açıp Alaz’a yorum yapmaya başladıkları an da ‘Hayır, dur bak ne anlatıyorum…‘ diye sözlerine devam edip kızları konuşturmadı bile. Taşıt müzesinden girip kreşteki arkadaşlarına, evimizin adresinden Londra’daki kafelere, babasının iş yerinden yemek yerse ne kadar güçlü olacağına kadar her şeyi anlattı.
Babasının ve benim artık gözümüzden yaşlar geliyordu gülmekten. Yaklaşık yirmi dakika boyunca durmaksızın, hiç birimizi konuşturmaksızın anlattı da anlattı. Türkçe’ye ve Türkler’e hasret kalmış gibiydi, halbuki evde onunla hep Türkçe konuşuyoruz!
Neyse, kızlardan biri İsviçre’de çalışan bir pedagogdu ve Alaz’ın bu sosyalliğine ve yurtdışında yaşamamıza rağmen Türkçe’yi çok güzel konuşmasına (tabii 3 yaşında biri için) oldukça şaşırdı. Oysa bizim oldukça alışkın olduğumuz bir durumdu bu. Tabii ilk kez yabancılarla bu kadar uzun süre konsantre olup muhabbet ediyordu, orası ayrı. Sanırım herşeyi, yeni bebekten taşınmaya dek, yetişkin bir insan gibi anlatmamızın ve ev dışında, seyahatlerde, farklı dil konuşulan ülkelerde vakit geçirmemizin güzel yanları bunlar.
Daha bu sabah ‘Ben Japonca konuşuyorum‘ deyip kendince birşeyler uyduruyordu. Halbuki Japonya, Japonca evde pek bahsettiğimiz konular da değil… Ya da benden uyku öncesi kitabını Çince okumamı istiyor?
Şimdilik yabancılarla arada mesafe olması gerektiğini bilmiyor, daha ilk dakikada ev adresimizi dahi paylaştığı gözönüne alınırsa!