Portekiz’in baş kenti Lizbon’da Eylül ayında 3 gece geçirdik çocuklarla. Yeterli miydi? Evet…
Kalacak yer için eski şehrin ortasında, Tagus Nehri’ne yürüme mesafesinde bir ev seçtik.
Lizbon İlk Gün:
Havaalanından şehir merkezi yakın; ama dikkat edilecek bazı noktalar var. Örneğin, ‘gelen yolcu’ önünde taksi kuyrukları çok uzun. Üstelik normal fiyatın 2-3 katına götürüyorlarmış şehre. Ya ‘giden yolcu’ bölümüne çıkıp taksiye binin, sıra beklemezsiniz. Ya da Über, şahane hizmet sunuyor. Yalnızsanız, eşyanız yoksa metro da şehrin içine dek ulaşıyor.
Akşam saatlerinde vardığımız Bairro Alto bölgesindeki eve yerleştikten sonra, ev sahibinden tüyolar aldıktan sonra (okumaya devam edin, anlatacağım) akşam yemeği için dışarıya çıktık. Zürih ile 1 saat, İstanbul ile 2 saat farkı var. O sebeple erken acıktık biraz.
Ev sahibi yemek için turistik merkezin dışına çıkmamızı önerdi. Hem kalite hem fiyat açısından. ‘Dışarıdan bakın, neresi kalabalıksa oraya girin’ oldu ilk öneri. Her şehirde işler! Yalnız, Lizbonlular akşam 8’den önce yemeğe gitmezler. Yer bulmak için daha erken gidin. Biz de tarihi şehrin az dışına çıktık yürüyerek. Daha doğrusu tırmanarak merdivenleri. Puseti evde bırakmamız iyi olmuş, Beliz yürüdü genelde.
Afrika mutfağının ağırlıklı olduğu bölgeye gittik. Restaurante Cantinho do Aziz, açık havada bulunan masaları ve kalabalık olması ile tercih ettiğimiz mekan oldu. Civarda aynı tarzda başka yerler de var. Muz kızartması, tavuk, dana ile karışık yoğun soslu yemek ardından herkes mutluydu.
Ara sokaklardan gezinerek Comercio Square’e vardık. Burası çok geniş bir alan ve trafiğe kapalı. Çocuklar koşturdular, uçakta oturdukları zamanın acısını çıkardılar. Ardından karşıya geçip Cais das Colunas’da gitar çalan adamı dinledik denize bakarak. Portekiz’in eski limanlarından birinin olduğu bu yer, çok da romantik aynı zamanda.
Yakındaki metro istasyonuna uğrayıp toplu taşıma için en ekonomik yöntem olan şehir kartlarından satın aldık. İçine de bir miktar para koyduk. 6 yaş ve üzeri için de bilet gerektiğinden, ilk kez Alaz’a da bilet satın aldık!
Eve dönerken, trafiğe kapalı olan caddelerde, Rua Augusta ve yan sokaklarında yürüdük. Dondurma molası verdik, yol üzerindeki bir marketten de süt aldık.
Lizbon 1inci Gün:
İlk kez evde kaldığımız halde, kahvaltı için yiyecek birşey getirmemiştim/almamıştım. Kaldığımız yere çok yakın Confeitaria Nacional, 1829’dan beri hamurişi tatlı, çikolata yapan bir pastane aslında. Tam kahvaltılık! Kendimizi içeriye atıp ne görüp beğendiysek yedik. Belem tatlısından da! Bu pastanenin en güzel yiyeceklerinden biri Noel zamanı yaptıkları kuru meyveli kekmiş, bilginize…
Sonrasında tramvaya binip Belem’e gittik. Yolun en heyecanlı anı, San Francisco’daki Golden Gate köprüsünü anımsatan Ponte 25 Abril köprüsü altından geçerkendi. 1966 yılında Lizbon’un iki yakasını bağlamak için yapılmış.
Arkamda; Ponte 25 Abril Köprüsü |
Deniz Müzesi önündeki durakta indik, sahile doğru zeytin ağaçlarıyla gölgelendirilmiş parklar ve tur otobüsleri arasından geçerek yürüdük.
Zeytin ağaçları |
Denizciler için yapılan Padrao dos Descobrimentos – Discoveries Monument – Keşifler Anıtı’nı gezdik. Portekiz keşiflerini başlatan denizci anısına yapılan bu anıtın içine girmek mümkün ve hatta üst kattan aşağıya bakında dünya haritası görünüyor, yerde…
Fakat, kıyıya yanaşan yengeçler bizim çocukların ilgisini herşeyden çok çekti. Yüzlerce yengeç gördük Torre de Belem’e yürürken.
Bu kısımda keyifle yürümek, güneşlenmek, kafelerden birine oturmak yapılacaklar arasında. Yat limanını geçince, Belem Kulesi’ne ulaşılıyor. Tagus Nehri’nin ağzını korumak için 1500’lü yılların başında inşa edilmiş. Belem Tower önünde uzun bir ziyaretçi kuyruğu vardı. İçeride göreceklerimiz 2 saat beklemeye değmez diyerek kule önündeki kumda oynayan, deniz kabuğu ve midye toplayan, güzel taşlar arayan çocuklarımızla takıldık. Hava harikaydı. Büyük depremden önce bu kule denizin içinde kalıyormuş, şimdi ise kıyıda.
Bir öneri de, Maat’tan bisiklet kiralayarak civarı gezmek. Maat Enerji Müzesi ve benimkilerden daha büyük yaşlardaki çocuklar için oldukça ilgi çekici. Belem’de Denizcilik Müzesi de bulunuyor gezmek için. Tarihi denizcilik üzerine kurulu Portekiz’de gezmek istediğim tek müzeydi açıkçası.
Bir bilgi, her ayın ilk Pazar günü müzelere giriş ücretsiz. Siz yine de önceden internet sitelerine bakın.
Bölgede bir de Belem Sarayı var. İçi ve dışı ayrı güzelmiş eğer mimari yapılar ilginizi çekiyorsa. Biz bu sarayı es geçerek Pasteis de Belem, Belem Pastanesi diyelim, kuyruğuna girdik. Ev sahibinden öğrendiğimiz başka bir şey de, Pasteis de Belem tatlısını, custard denilen krema dolu puf hamurişi, burada yememiz gerektiği. Belem dışındaki bölgelerde aynı tatlıya Nata deniliyor. Birkaç yerde yedik ve en güzeli gerçekten de Pasteis de Belém’de satılıyor. Belki de henüz ılık olduğundan, çok çok taze yani…
Pastane hep böyle yoğun… |
Önünde oldukça uzun sıra var, yerini kaçırmanız imkansız. Fakat sıra çok çabuk ilerliyor, beklemekten vazgeçmeyin…
Sonra bir otobüse atlayarak Jardim da Estrela’ya gitmekti amacımız. Olmadı. Çünkü otobüs belli bir yere kadar gitti ve diğer otobüs Cumartesi günleri çalışmıyordu durakta verilen bilgiye göre. Bu sırada Beliz de uyuduğundan, sahilden Cais de Sodre’ye yürüdük. Yeni amacımız Mercado da Ribeira ya da orada yazanı söylersek Time Out Food Market’e girip öğle yemeği yemekti.
Food Market |
İçerideki atmosfer görülmeye değer. Geniş masalar, her mutfaktan farklı ürünler, barlar, içecekler, yemek atölyeleri, akvaryumda dev yengeçler… Bayıldık! Hemen bir yer kaparak oturduk; çünkü hem çok kalabalıktı hem de Alaz midye diye tutturmuştu. Yemekleri yememiz belki bir saati buldu; Cumartesi – öğle vaktinden kaçının! Neyse ki Beliz tüm süre boyunca uyurken biz de yüksek masalarda Alaz ile 1e1 vakit geçirebildik.
Yemeklerimizi beklerken haritadan oyun üretmek |
Midyeyi gören Alaz iştahla açtı kabuklarını; ama ‘Anne bunun pilavı nerede?’ demeyi de ihmal etmedi… Alaz’ın yeni ve farklı yiyecekleri deneme hatta seçme cesareti benim çok hoşuma gidiyor. Seyahatlerin ona kattığı büyük bir özellik… Bence…
Market ardından, Jardim Dom Luis’te oyun parkı molası verdik. Zaten Beliz de uyanmıştı. Her parkta, her köşe başında canlı müzik duymak çok ilginç geldi bize. Muhteşem güzel…
Sonrasında Elevador da Bica’nın yolunu tuttuk yukarıya çıkmak için. Şehrin bazı yerlerinde ücretli ya da ücretsiz, tarihi ya da market içinde alelade asansörler oluyor birkaç on/yüz metre yukarıya çıkmak için. Ev sahibinin bir önerisi de asansör kullanarak yukarıya çıkmak ve geze geze sokaklardan aşağıya yürümekti.
Asansör/Elevador |
Neo-gotik tarzdaki bu tramvay (elevador diyorlar) bizi Chiado bölgesine götürdü. Oradan Rua da Rosa’ya daldık, Pink Street, Pembe Sokak. Burası Fado – Portekiz halk müziği – dinlemek için önerilen bir sokak. Tam bir barlar sokağı aslında. Bu yüzden fazla ilerle(ye)meden çıktık ve Luis de Camoes meydanına vardık. Bu bölge 16ıncı yüzyıl şarilerinin, yazarlarının takıldığı mekanlar ile dolu. Rua Garrett girişindeki Cafe a Brasileira bu yüzden çok ünlü. Masa boşaldığı an doluyor.
Biz yol sonundaki ünlü dondurmacıya uğrayacağımızdan kafeye girmedik. Sokak sanatçılarını izleyerek yolun sonuna dek yürüdük. Gelados Santini aradığımız yerdi. Girişinde sıra olan dondurmacı!
Sezonun dondurması limondu. Bayıldık! Karamelli de harika ve adını ilk kez duyduğumuz, anlamını bile bilmediğimiz farklı tatlar da denedik. Mutlaka gidin, biz ertesi gün gene gittik 🙂
Santa Justa Asansöründen manzara |
Buradan aşağıya doğru yürüyerek, ev sahibinin ‘Önünde gece-gündüz, her saat sıra var, Santa Justa Asansörü’ne binmeseniz de olur’ uyarısını dinlemedik, sıraya girdik. Dondurma yediğimizden hiç birimiz sıradan şikayetçi değildi ilk 10 dakika. Sonra yanımıza genç biri gelip birşey söyledi. Anlamadık. 5 dakika sonra tekrar gelip bu kez İngilizce söyledi, anladık!
Bizi bulunduğumuz yerden çıkararak sıranın en öne götürdü; çocuklulara öncelik. Belki 1 saat beklememiz gerekecekti; ama sayesinde hiç beklemeden -ilk 15 dakikayı saymazsak- tarihi asansöre bindik. Çocuklu olmamızın avantajı…
Manzarayı takmayanlar… |
1902’de yapılan tarihi asansör, tek kişi tarafından çalıştırılıyor. Yani asansörü çalıştıran kişi, binenlere bilet de kestiği için sıra ilerleyemiyor ve uzun. Güzel yanı, asansöre binmek zorunda değilsiniz, yürüyerek yukarı çıkmak da mümkün. Asansör üzerindeki terasa çıkmak için ek ücret isteniyor. Değer mi? Keyfinize kalmış… Biz çok eğlendik terasta. Yere oturup, çaprazdaki otelin terasındaki düğünü izledik, dans ettik falan. Aşağıda göremediğimiz parkları, noktaları aklımıza yazdık. Sonra da cadde üzerindeki üst geçitten geçerek Carmo Arkeoloji Müzesi’ne vardık.
Gotik mimarinin eseri bu müzede mumyalar, seramikler ve iskeletler var. Giriş ücreti 4 Euro ve gezi süresi 30 dakikayı aşmıyor. Önündeki meydan, Chafariz do Carmo, tropik ağaçlar ve tarihi çeşme bulunan bir alan. Yine bir grup, canlı müzik yapıyordu. Biz de yere oturup çocukların kuşları koşturmasını izledik bir süre.
Ardından asansörle aşağıya inip Rossio Meydanı’na vardık. Birşey yapmak için pek halimiz kalmamıştı; ama akşam güneşini kaçırmak da istemiyorduk. Meydanda kuş kovaladı çocuklar, top oynadılar bir süre. Sonra yakındaki eve uğrayıp yemek öncesi 30 dakika dinlendik! Baba şekerleme yaptı, anne instagrama daldı ve çocuklar çizgi film izlediler.
Televizyonu kapatırken kıyamet kopmasın diye onlara Figueira Meydanı’ndan TukTuk denilen elektrikli-pilli araçlara bineceğimizi söyledik. Normalde şehir turu yaptırıyormuş bu araçlar; biz ise Jardim da Parada’ya gitmek istiyorduk meşhur burger yemek için. Adamların bizi geri çevirdiğini anlayan çocuklar mızmızlanmıştı ki, birisi bizi istediğimiz yere 15 Euro’ya götürmeyi teklif etti. Otobüs, tramvay ve hatta taksi kesinlikle daha ekonomik olacaktı; ama çocukların tuktuk üzerindeki mutlulukları görülmeye değerdi…
Lizbonlular arasına katıldığımız park |
Jardim da Parada, park, yarı Portekiz yarı İngiliz bir anne önermişti. Bahçedeki kafede şehrin en iyi hamburgeri yapılıyordu, Imperial bira vardı. Çocuk oyun parkı mevcuttu ve ortadaki havuzda su kaplumbağaları yüzüyordu. Daha ne olsun? Turistlerden uzak, lokaller arasında bir öğle ya da bizimki gibi akşam yemeği için ideal, Jardim da Parala ve içindeki kiosk.
Bina mozaikleri her yerde… |
Yemek ve parkta oyun sonrasında müthiş ünlü ve tarihi 28 no’lu tramvaya binerek, turistik yerlerden geçerek kaldığımız yere vardık.
Anlık ayrıntılar ve daha fazla fotoğraf için İnstagram’da #GezginAnneLizbon etiketine bakınız. Son iki gün de aşağıda görüldüğü gibi devam etmekte… Buradan okumaya devam ediniz…
Notlar:
* Yazımı beğendiyseniz veya başkalarının işine yarayacağını düşünüyorsanız, lütfen aşağıdaki düğmelere tıklayarak paylaşın… Teşekkürler!
* Tüm fotoğraflar ben, Deniz Özgül’e aittir. Lütfen kopyalamayın…
* Anlatımdaki görüşler benim kendi görüşümdür, reklam içermez…
2 Yorum Var
Lizbon seyahati öncesi yine ilk baktığım web sitesi..Teşekkürler 🙂
Çok sevindim 🙂 İyi gezmeler dilerim.
Sevgiler,
Deniz